Muhteşem Yüzyıl Kösem: Yenilen pehlivan güreşe doymazmış
Çok keyifliyim, hazzın doygunluğuyla ekran karşısından kalkmayalı uzun süre olmuştu. Her ne olursa olsun, 120 dakikayı aşkın bir bölümde asla keskin bir sürükleyiciliğe şahit olamamıştım; oldum. Bu kelimeleri bölümden hemen sonra döküyorum. Bu yüzden sanırım çok fazla etkilendiğim için pek “büyülü” bir yorum olacak ama olsun zira şu an kendimi Safiye’nin gizli hazinesine bakan ağalar gibi hissediyorum.

Muhteşem Yüzyıl Kösem’e ilk kez “vay be” dediğim; aksiyonun, dramın, heyecanın ve gerilimin doruk noktasına ulaştığı bir bölüme şahit oldu gözlerimiz. Eğer artık nehrin suları böyle akacaksa, sandalıma atlayıp nehri terk eden balıkları teker teker toplamaya razıyım. Abartıyor muyum, hayır. Zira 120 dakikalık bir bölümü, hele dizi dönem dizisiyse ve bu kadar fazla dış mekân kullanımı, figüran fazlalığı varsa ve böyle bir bölümü yetiştirmek için bir haftadan daha kısa süresi varsa ekibin, ben bu bölümü çekenlerin ellerinden öper, oyuncuları tek tek tebrik ederim.

Gülcan Arslan, veda bölümünde, sanki geçtiğimiz aylarda hiç sorun yaşamamış da büyülenmiş gibi bir oturmuşlukla oynadı oyununu. Giderayak oyuncuya da karaktere de ısınıp önceki bölümlerde ki o soğukluğu, iticiliği anında buharlaşıp yerini keyifli bir seyre bıraktı. Öyle ki Derviş Paşa tarafından zehirlenmesi, öncesinde sil baştan temiz bir hayata başlama düşüncesiyle zevcisine kalbini verme arzusundan tutalım da o soğuk makyajına kadar en iyi şekilde kotardılar Fahriye Sultan’ı.

Bir de çıkıp "Dişimizin tırnağımızın atığı" demez mi şu hazinelere. Safiye Sultan'ı Safiye Sultan yapan önemli bir etmende egosunu ve gücünü acizlik ve basit kelimelerle ifade edebilmesi…

Bölüm hakkında konuşulacak çok konu, yazılacak çok cümle var ama öncelikle sanat yönetmenimiz Nilüfer Çamur’a büyük bir hayranlıkla tebriklerimi sunmak isterim. En kör izleyicinin bile Safiye Sultan’ın “saklı hazine odasını” gördüğünde şöyle bir bakıp hayran olmaması mümkün değil; gerçekten de Muhteşem Yüzyıl Kösem’in her sahnesindeki dekor çalışmalarına baktığımızda, ayrıntılar ve ayrıntılar göze çarpıyor ve resmin bütününü ilmikleyerek çok güzel bir tablo seriveriyor ortaya. Gizli hazinenin odaya yerleştirilişinden tutun da malzemelerin duruş açılarına kadar her bir şeyin ne kadar detaylı bir görkeme sahip olduğunu görüyoruz.

Daha önceki birkaç bölümde, dış çekimlerin azalıp harem ve saray odaklı bölümlere başladığımızdan dolayı pek yakındığım hususu da ekip bir güzel cevaplamış. Sanki inşa edilen bir set değil de, o dönemdeki sokak, cadde ve binalarmış gibi parlıyor her bir dış çekim ortamı. Safiye Sultan’ın gizli hazinesinin bulunduğu caddeden tutalım da, o caddedeki kat kat binalara, dairelere kadar her şey verilen emeğin ve dokunan pamuğun yumuşaklığını vurguluyor.

Sete turistik tur düzenleseler, her gün koşarak gidilesi..

İnanın 5-6 günde 130 dakika bölüm çekmek günümüz zamanında geçen diziler için bile işkenceyken aynı durumun Kösem’de ne kadar zorlaştığını bahsetmeme gerek yok galiba. Sokaklar yeniden kuruluyor, yeni caddeler inşa ediliyor, odaların içi dönem vurgusu yapmak amacıyla detaylandırılıyor... Özellikle bölümün yarısından fazlası dış sahnelerde geçen Kösem’de, set arkası ekibin “sanat dekoru” anlamında ne kadar çabaladığını ve bu çabalarının sonuçlarını da bize o caddedeymiş, dönemin o sokağındaymış gibi hissettiren gerçek dışı bir gerçekçilikle sonuçlandığını görüp mutlu oluyorum.

Çünkü bu vakte kadar yapılmış birçok dönem dizisine baktığımızda eskiyi yansıtmanın ne kadar zor olduğunun farkındayız ve Kösem bunu başarıyor. Tebrik ediyorum tekrar Nilüfer Çamur’u ve sanat ekibini. Dış mekân tasarımlarının gerçekliğinin büyüleyici havasından iç detaylara kadar Kösem’e hakkını veren en büyük emekçilerden adeta.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER