Nasıl korunuyor bu harem böyle? Ne biçim validesin sen? Yıkıl karşımdan, haddini bil!
Bu bölümde Kösem’in saray içindeki durdurulamayan ve artık iyiden iyiye inandırıcılık sınırlarını zorlamaya başlayan ani yükselişindeki ikinci büyük başarısına imza atmasını izledik. Ezeli düşmanı Safiye Sultan’la bu sefer evlatları üzerinden kapıştılar ve bir kere daha yazının başlığına kaynaklık eden meşhur atasözümüzün de dediği gibi, dinsizin hakkından imansız geldi. Doğruya doğru, Beren Saat diziye geldi geleli Anastasia karakterinin ışık hızıyla masum kızdan şeytanın yavrusu Kösem olmaya ve sultan olmaya evrilmesi birçok seyirci gibi beni de dizinin başrol karakterinden buz gibi soğuttu. Ancak yine de bu bölümdeki zaferi için Kösem’e pek de kusur bulduğumu söyleyemem.

Her ne kadar bölümün ana teması ve Twitter hashtag’i “evlat” vurgusu üzerine olsa da ve iki düşman arasındaki hesaplaşma sanki çocuklarının adına yapılmış gibi görünse de Kösem, Fahriye Sultan’a ettikleriyle Safiye Sultan’dan aslında oğlu Şehzade Mehmet’in tehdit edilmesinin değil, biricik babasının öldürülmesinin intikamını aldı. Zira kendi canını o kadar yakan Safiye Sultan’ın canını ancak kadının elinde kalan tek çocuğu olan Fahriye Sultan’ı ateşe atarak yakabilirdi. Ne demişler, intikam soğuk yenen bir yemektir.


Bütün seyirci sana gıcık oluyor, biliyorsun di mi şekerim? Hepsi beni seviyor. Ahalinin isteklerine karşı koyamadım, hepsinin adına konuşmak üzere buraya geldim. Ben bir ulu çınar ağacıyım, sen de bodur bir kabak ağacı. Yırtık dondan çıkar gibi her taşın altından çıkma bakalım öyle, bizi sinir etme.

Bu arada Kösem karakterinde canımı sıkmakta olan bu iki-üç yıl içinde (toplamda 7 bölüme denk geliyor) entrika ve kötülük ustası olma haline evrilme durumuyla ilgili kendimce bir de teori geliştirdim bu bölümü izledikten sonra, katılır mısınız bilmem. Beren Saat’in Kösem’ini çoğunlukla sevemiyoruz evet ve yapım ekibi de bu eleştirileri bilmesine rağmen pek de Kösem’i bize sevdirmeye çalışmıyor gibi. Seyirci Kösem’de yaşanan bu akıl almaz değişimi eleştirdikçe Kösem her yeni bölümde daha da bir “entrikalar ustası”, daha da bir küstah hale geliyor. Peki ya zaten Kösem karakterini sevmememiz gerekiyorsa? 

Osmanlı İmparatorluğu’nda Hürrem Sultan’ın başlattığı “Kadınlar Saltanatı” döneminin en kudretli ve aynı zamanda en zalim ismi Kösem Sultan. Yaptığı kötülükler saymakla bitmez. Hikayesini bilenlerin malumu olduğu üzere sonu da zaten Hürrem Sultan gibi hayırlı olmuyor. Şüphesiz ki “Masumiyetin Gücü” Anastasia’dan “Zalimliğin Gücü” Kösem’e geçiş beklenenden çok daha hızlı ve paldır küldür oldu. O kadar ki karakterdeki değişimin hikayesine layıkıyla vakıf olamadığımız için şu anda içinde bulunduğu hemen her türlü entrikada Kösem’e yönelik bir anlayış ve hak verme değil, çoğunlukla “gıcık olma” duygusu geliştirdik, düşmanı Safiye Sultan’ın tarafını tutar olduk. İşin bu tarafında yükselişi kademe kademe ve seyirciyi karaktere inandıracak şekilde anlatamadıkları kesin, bunu bir kenara bırakalım.


Of, çok sıkıldım entrikalardan Safiye, içim şişti. Liseli kızlar gibi duvara yaslandım, Ahmet'i bekliyorum. Üsküdar'a gezmeye gidicez. Hadi sen de kedicik Elizabeth'i al gel, birlikte acık çay-kahve içelim. Boşver tahtı saltanatı, kafamız dinlensin biraz.

Ama bir yandan da Kösem Sultan zaten sevmenin pek de mümkün olmadığı bir karakter. Aslında Hürrem Sultan karakteri de dönemi için oldukça zalim ve kötücül bir kadındı. İlk dizide gördüğümüz üzere -kurgu olsun olmasın- yaptığı kötülüklerin haddi hesabı yoktu. Ancak karakterin hikayesinin yavaş yavaş ve ilmek ilmek işlenmesi, Meryem Uzerli’nin son derece sempatik, içten beden dili ve oyunculuğu ile birleşince seyirci aslında çok da sevmemesi ve mesafeli durması gereken bir karakteri haddinden çok daha fazla sevdi ve sahiplendi. Onca fitne fesatında sanki sütten çıkma ak kaşıkmış gibi hep onun tarafında oldu ve onu savundu. Allah için senaryo ekibi de çoğunlukla Hürrem’in tarafını tuttu ve yaptığı onca kötülüğü görmezden gelip daima Hürrem’i bize sevdirmeye uğraştı. En sonunda da bunca kötücül bir kadını melaike ilan ederek öteki dünyaya yolladı.


Hüdayi Hazretleri'nin dergâhındaki öğretiler falan işlemez bana. Cadılık doğuştan ruhuma işlemiş bir kere. Kim takar ilimi irfanı, peh.

Hatta çok iyi hatırlarsınız, Vahide Perçin rolü devraldığı zaman seyirci ve Hürrem karakteri arasında ilk üç sezonda kurulan o sıkı bağ belli bir ölçüde sekteye uğradı ve insanlar Vahide Perçin’in yorumundaki Hürrem’i izlemeye başlarda alışamadılar ve sevemediler. Çünkü Vahide Perçin, belki biraz da Meryem Uzerli’nin sempatik yüzüyle gölgeleyip karaktere dair seyirciyi yanılttığının aksine, Hürrem karakterini tam da olması gerektiği gibi soğuk, zalim ve amansız bir Demir Leydi gibi canlandırdı. Tıpkı şu anda Beren Saat’in Kösem’i gayet soğuk bir şekilde canlandırdığı gibi.

Karakterin hikayesinin gelişimini yakından takip etmeye devam edeceğiz elbette ama bu ayrıntıyı da sanki göz ardı etmemek lazım. Belki de Kösem karakteri, onu zaten pek sevmememiz gerektiği için kasten bu şekilde yazılıyor ve ilerletiliyor. Vakti gelip ettiklerinin cezasını çekmeye başladığında “oh olsun” diyebilmemiz için. Zaten bu bölümde hayat hikayesindeki dönüm noktalarından biri olacak olan bir karakterle de tanıştı. Cast ekibinin harikalar yarattığı, canlandıran küçük oyuncunun mükemmel bir şekilde canlandırdığı, daha görür görmez seyircinin sinirini bozan dergâhtaki küçük kız Meleki. Bakalım Kösem’le ilişkileri nasıl ilerleyip, nasıl sona erecek.


Sen benim bir kalbim yok mu sandın Fahriye? Acıyı bir tek sen çektin, bir tek sen özledin, di mi? Lakin kırdın beni Fahriye, sonuçlarına da katlanacaksın. Ya benimsin ya kara toprağın ulen!!

13. bölümde bizi en çok şaşırtan şeylerden biri de Fahriye Sultan-Mehmet Giray ilişkisinin finali oldu. Aşklarına bir türlü inanamadığımız bu çiftin bu şekilde ayrı yollara düşmeleri belki de olması gereken şey oldu. Nasıl başladığını ve ne zaman bu kadar büyüdüğünü anlayamadığımız bu aşk hikayesi aynı hızda ve anlayamadan bitti. Hatta ahmaklıkları yüzünden bol bol sinir olduğumuz Fahriye Sultan’ın başına gelenlere ve uğradığı haksızlığa üzüldük bile.

Gerçi sırf bir-iki defa reddedilmenin bir insanın ölesiye sevdiği insana böyle kolay ihanet etmesi için yeterli bir sebep olduğuna şahsen inanmasam da ve bu oldu bittide Mehmet Giray’ın başka bir planı olabileceğini düşünsem de ya da buna inanmak istesem de sanırım bu ikilinin hikayesi bu şekilde bitse kimsenin pek bir itirazı olmayacaktır. Belki de gerçekten kalbi kırılmıştır Mehmet'in. Belki de hep söylenildiği üzere bir tek kalbi kırılan kadından değil, kalbi kırılan erkekten de korkmak lazımdır, erkeklerin kalbini de kırmamak gerekir ve işte bu kadar basittir.



Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER