Bu dizinin ilk yayınlanan
genel özetine baktığımızda hikayenin daha ağdalı olmasını beklersiniz; Nihan
ile Kemal’in biraz daha köşeye sıkışmasını, görüşmelerinin zorlaşarak daha çok
acı çekmelerini. Ama bunların yanı sıra araya istem dışı katılan romantizmli
veya komik sahneler, izleyiciye nefes alacak alan sağlıyor. Senaryodaki bu
dinamizmi seviyorum. İlk bölümlerde kısır bir döngü içerisinde olduğunu
düşündüğüm kurgu gittikçe, yaprak yaprak açıyor. Emir’in bağladığı gemici
düğümlerinin bir bir çözülmeye başlamasıyla hikaye daha da keyifli hale geliyor.
Mesela bana sorsalar geçen bölümün sonundan sonra Nihan ile Kemal’in böyle
aksiyon dolu bir maceraya atılacağını hiç beklemezdim.
Emir’in oyunu benim gözümde
son derece basitçe kurgulanmış bir oyundu. Karşısındaki seyirci de hemen her
şeye inanmaya hazır, paniklemiş bir Sezin Ailesi (daha zenginvâri bir soyadı
olsaymış keşke!) olunca her şey tereyağından kıl çeker gibi kolayca gerçekleşti
ve Nihan, Emir ile evlenmek zorunda kaldı. Bu işin mizansen olduğunu biliyorduk
ama ne yalan söyleyeyim ben o kızın gerçekten öldüğünü düşünmüştüm. Gördüğümüz
kadarıyla o kızın da bu oyundan haberi yoktu. Bu nedenle Ozan’ın kızı öldürdüğü
silahın gerçek silah olduğunu ve Emir’in, sırf Nihan’la evlenebilmek uğruna
onun gözünde son derece önemsiz olan o kızı feda ettiğini sanıyordum. Neticede
Emir bu, böyle bir şey yapsa kimse de çıkıp “Aa Emir hayatta böyle bir şey
yapmaz.” diyemez. İlk bölümleri aşırı dikkatli izlemedim ama Ozan ile Emir kızı
gömmemiş miydi? İnsan ne kadar sarhoş olsa da birini gömüp gömmediğini
hatırlar diye düşünüyorum. Bu nedenle Kemal geçen hafta bir ipucu bulabilmek
umuduyla gece gece ölü soyucular gibi mezarı kazarken çarpılacak diye korkmadım
desem yalan olur. Ancak mezarda ceset yerine bomba saklıymış ve de patladı; mezar
boş, ceset yok!

Bozduk gül gibi kızın da
ayarlarını!
‘Bela mıknatısı’ yedi bela Kemal ile ona daima
belayı işaret eden ‘bela pusulası’ Nihan’ın atıldığı maceralar da belasız olmaz
elbette. Kılavuzları da karga değil ama… Zehir’li sahneleri seviyorum. Kemal
ile eğlenceli bir ikili olmuşlardı zaten. Yanlarına ısrarla katılan Nihan da bu
ekibe ayak uydurmakta hiç zorlanmadı. Raconu da jargonu da biliyor maşallah.
Yalnız şu lüks kumarhane mevzusu biraz havada kaldı sanki. Kıskandık, aksiyona
daldık, koşturduk, eğlendik ama ana amacı ıskaladık biraz. Hani Karen’e dair
bir iz bulup gerçekleri öğrenmeye çalışacaktık, hani Nihan’ı bu zoraki
evliliğinden kurtaracaktık? Özgürce kıskanabilen Nihan ile Kemal’i izlemek
zevkliydi lakin bunu ömür boyu yaşayabilmek için de o anahtarı bulup o kilidi
açmaları gerek.
Kemal, kıza bir “Clark!”
çekiyor, kahvedekiler “ınınnn!” diyor!
İşin aşk ayağına gelirsek
orada işler yolunda gibi. Kemal sevildiğinden ve Nihan’ın onunla birlikte olmak
istediğinden emin olduğu zamanlarda çok tatlı değil mi sizce de? Adama daha
önceleri, Nihan’ı terslemesinden ötürü odun filan dedim ama şu an gayet de
güzel şekil verilmiş Devrek bastonu kıvamında. Hatta en az Burak Özçivit’in
kaşları kadar güzel biçimlendirilmiş.(Gözüme çok takılıyor, laf etmeden
duramıyorum.) “Bir umut”, inançla tutunabileceği tek bir umut, bir insanı nasıl
da değiştirebiliyor. Nihan elbette ki gerçeklerin ortaya çıkmasını, Emir’den
kurtulma ihtimali varsa bunun gerçekleşmesini istiyor. Kim sevmediği bir
insanla bir ömür tüketmek ister ki? Kemal’in bunun aksini düşünmesi bile
abesti. Nihan’ınki yalnızca ‘öğretilmiş çaresizlik’ti. Psikolojide bu; kişinin
öncelikle inancını kırarak mevcut durumu değiştirmeyi başaramayacağına dair
algı yaratmak olarak ifade edilebilir. Nihan’a da Emir’in kurgusunda bir hata
olamayacağı, ellerinin kollarının sımsıkı bağlı olduğu ve o hapishaneden
kaçmanın mümkün olmadığı 5 yıl boyunca öyle sağlam belletilmiş ki bunun aksine
inanabilmesi için defalarca tekrarlaması, çokça da tecrübe etmesi gerekiyordu.
Kemal’in ümitvâr halinin Nihan’a sirayet etmesi; öğretilmiş çaresizlikten,
öğretilmiş umuda yolculuğu biraz uzun sürebiliyor tabi.
Yüzünü dökme küçük kız
Kızma onlara
Yalnız sen misin bir düşün
Zincir oranda buranda
Her tutsağın bir kaçışı
Uykunun uyanışı da vardır*
Bazen bana da Nihan gerçekten
evli değilmiş gibi geliyor. Parmağındaki yüzük, maşallah, göze çarpmayacak gibi
değil ama enerjisiyle, Kemal’e hiç çekinmeden sunduğu sıcaklığı ve sevgisi ile
sanki 19-20 yaşlarında bir genç kızmış hissi alıyorum onu izlerken. Unutmak, bazen
bir kaçıştır. Gerçekler canımızı acıttığında, çıkış yolu bulamadığımız
zamanlarda, yeni bir çözüm bulana kadar unutmayı seçmek en kolay tedavi
yöntemidir. “İnsan hatırlamak
istedikleriyle mutludur, hatırlamayı istemediğin şeyler başkalarının ayıbıdır.”
demişti Çağan Irmak, Çemberimde Gül Oya
dizisinde. Ama bazen de o kaçışlar sonucunda kayboluverir insan. İşte kaybolmamak
için; gittiğin yola serptiğin ekmek kırıntıları kuşlar tarafından yenmeden geri
dönmeyi de bilmek gerekir. Çünkü hayat bir çıkmaz sokak değildir, bir umut her
zaman vardır ve en sıkı korunan hapishanelerden bile kaçan efsane mahkumların
hikayeleri hep söylenegelmiştir.
Dolar kaç lira olmuştu en son?
Zeynep’ten hiç hazzetmiyorum.
Yaşadıkları son derece ağır şeyler, kendi bile isteye yaşamış dahi olsa, bu,
kandırılmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor ve normal şartlarda ona üzülmem
lazım. Ama onu izledikçe de içimden anti-feminist biri çıkıyor. Bir genç kızın
içine düşürüldüğü bu ‘duruma’ üzülüyorum ama o genç kıza üzülemiyorum nedense. Zeynep
telefon dolandırıcıları tarafından kandırılan “mağdurlar” gibi. Emir bağıra
çağıra “Ben yalan söylüyorum tatlı kıs, az sonra seni kandıracağım.” der gibi
bakarken, Nuri Alço’nun 2016 versiyonu gibi davranırken, Zeynep’in bile bile
lades deyişi bana inandırıcı gelmiyor. Hiç mi Türk filmi izlemedin be kızım? Güya
hesap sormak için Emir’in karşısına çıkıyor ama sonuç gene nakavt; Emir yaptığı
tespitlerle onu bir kez daha yerin dibine sokuyor. Maalesef ki Emir’in
söyledikleri yanlış değil. Zeynep, Emir’in gücünden, ona sağlayabileceği
imkanlardan, ölçüsüzce para harcayabilme savrukluğundan etkilendi. Çıktıkları
tekne gezilerinden, yaptığı jestlerden, başı döndü. Daha büyük balığı
yakaladığını anlayınca da anında akvaryumdaki diğer balığı çöpe atıverdi.
Salih’i başka sulara bile bırakmadı, bildiğiniz çöpe attı. Emir de gözünü
boyamak için elinden geleni yaptı elbette ama Zeynep de hiç direnmedi maalesef.
Yine de Zeynep sandığım kadar
da saf bir kız değilmiş ki yedek kulübesinde tuttuğu “nöbetçi golcü Ozan’ı”
devreye soktu. Vildan Hanım, ikiz bebeklerini tam olarak besleyememiş;
muhtemelen hamileyken yediği içtiği hep Nihan’a gitmiş, Ozan’a pek bir şey
kalmamış. O yüzden Ozan, Zeynep’in ‘bile’ parmağında çevirebileceği kadar saf
doğmuş. Zaten Ozan tam bir oyun hamuru! Ailesi yıllarca hastalığı sebebiyle
üstüne titrediği için pek bir narin ve nazenin yetişmiş. Muhtemelen küçükken
yapmadığı ödevinin veya üstüne döktüğü meyve suyunun kabahati örtülürken, artan
yaşıyla birlikte doğru orantılı olarak büyüyen suçlarını da örtmek adet haline
gelmiş. Hayata karşı son derece sıkı korumalar içinde yetiştirilmiş ve
dolayısıyla tehlikelere karşı da fazlasıyla korunmasız kalmış. Sonuçta da kabak
Nihan’ın başına patlamış! Bu evlilik süresince Emir de onu devamlı işine
geldiği gibi yoğurup şekillendirdi bir güzel. Ne tam olarak istediğini bilen ne
de istediklerinin peşinden gitme gücüne sahip olan bir çocuk olarak da şimdi
Zeynep’in yörüngesine girmeye başlıyor ya hadi hayırlısı. Bir de evlilik dedi
yahu. Çocuğum, sen reşit misin bakayım?

Ben Emir Kozcuoğlu!
İstersem düşünce gücümle akan zamanı bile durdurabilirim.
Nihan ile Kemal şimdilik Emir’in
bir adım önünde gözüküyor. En azından Karen’e ulaşmayı ilk başaran onlar oldu. Bir
yandan Emir’in bağladığı düğümler çözülüyor gibi duruyor ama diğer yandan yeni
kurbanlarına kurduğu oyunlarla, bağlayacağını tahmin ettiğimiz ama zayıf
noktasını da görebildiğimiz yeni düğümlerle hikâye de yeni bir dönemece giriyor
gibi. Elbette ki bu kadar erken bir çözülme beklemiyorum henüz ama bakalım
girdiğimiz yol bizi nerelere kadar götürecek? Ve daha da önemlisi Emir, oyunun
nem yaptığını ve sıvalarının dökülmeye başladığını ne zaman fark edecek?
*Bülent Ortaçgil, Yüzünü dökme küçük kız