‘Hiç bir kere hayat bayram olmadı, yalan, her nefes alışımız bayramdı’
Seneler boyunca bu şarkıyı böyle bildim ben, böyle söyledim. Onun yalan değil “ya da” olduğunu öğrenmemse çok sonra oldu. Ve fakat, yine de değiştirmedi benim için anlamını. Bulutsuzluk Özlemi bana bu şarkı ile hep, mutsuzluk zannettiklerimizin aslında mutluluklarımızın irili ufaklı yapı taşları olduğunu fısıldadı. Kaybettiklerimize değil, onları kaybederken yavaş yavaş kazandıklarımıza bakabilmeyi... Sonra şükretmeyi, hala nefes alıp kazanabilmeye devam ettiğimizi hatırlamayı... Sözlerine bakınca son derece hüzünlü, dibine kadar acıklı bir şarkı olmasına rağmen benim için hep çok umut dolu oldu... ama bu HER dinlememde, şartlanmışçasına göz pınarlarımın coşmasına da engel olmadı tabi.
Bundan mütevellit, ÇOK TEŞEKKOR EDOYORUM, sevgili Kiralık Aşk ekibi, bugün finali bu şekilde yaptığınız için, ve bu teşekkürü Koriş stayla olarak alınız, çünkü sadece dinlerken değil yazarken de ziyadesiyle yaşadığım bu ‘hüzünler şelale’ ruh halini üzerimden Koray’ın bordo garson önlüğü gibi atmam lazım ki ağız tadıyla devam edelim.
Veya atmayalım hadi, çünkü onlardı bizi biz yapan değil mi? “Ya unutamazsam onca şeyi?” demişti Ömer; ustasından tam da şunu duymadan evvel: “unutulmaz, unutmaman lazım zaten.”
Acılardan ders çıkarmak, onların altında kalmadan, ezilmeden, seni yenmesine izin vermeden üzerlerine gitmek; onları görmezden gelmek veya unutmaya çalışmak yerine hem aklının hem kalbinin en kuytu yerlerine gömüp, tökezledikçe, sendeledikçe o kutulardan güç alabilmek... Kulağa ne kadar da ‘seksi’ geliyor değil mi? Büyük büyük sözler, beylik hayat dersleri... Ve fakat, o taşlar, yerinde ağırlar işte... Taşlar ne kadar ağırsa, kuytular o kadar derin, ruhlar o kadar yorgun, kalpler o kadar yüklü...
30. Bölüm; bağlantılar insanı olarak benim 10 ve 20’den sonra -pek de dillendirmeye yeltenmediğim bir beklentiyle- iple çektiğim bölümdü. İçten içe bir “kırılmalar” bölümü olacağını hissediyordum, daha fazla bir tahminde bulunmaya gerek görmeden. Gelin görün ki, kurduğumuz hikayelerden önce kurmadıklarımız ve içine doğduklarımızın kendisi kırılmalarla dolu! Bizi, bambaşka yollardan bambaşka yerlere getiriyor. Bir eski dostunuz demişti, belki hatırlarsınız; freni tutmayan bir aracın içinde son sürat gider gibi...
30. Bölüm, şahane bir yol hikayesiydi işte bu yüzden. Uzun, engebeli, çokça tümsek, çukur dolu. Bol bol kar yağışlı... Kar; bütün o içinden geçtiğimiz yılların ağır, kasvetli, sisli havasını beyazlarla örtmek istemişçesine bu masalın topraklarından eksik olmadı hiç, bu gözle gördünüz mü sizde? Apansız hastalıkların, beklenmeyen ölümlerin, kaybedilen sevgilerin, kaçan fırsatların, terk edilmesi gereken hayallerin üzerini her defasında lekesiz bir tül gibi örten; ve bu masalın sisler içinde debelenen bütün o kahramanlarına dünyanın kapkaranlık değil hala aydınlık, hala ışık dolu bir yer olduğunu göstermeye çalışan bir perinin bembeyaz kanatları gibi... Kar güzeldi, velhasıl, çok güzeldi.
Yazı devam ediyor...