İki ileri, bir geri gittiğimiz bölümlere zaten alışkınız.
Bazen göklere çıkıyor “Off ne bölümdü” diyoruz. Bazen de hayal kırıklıkları içinde boğuluyoruz.
Kısacası hem gülü seviyor hem de dikenine katlanıyoruz. Ancak bu bölüm Kiralık
Aşk maceramda beni ilk defa kanalı
değiştirmeye itecek kadar sıkıcı ve kötüydü. Yorumlamamı gerektirecek adam
akıllı bir sahne bile olmadı. O kadar sıkıldım ki bitse de içimi döksem, yazsam da kendime
gelsem dedim. O halde önce sorunları anlatayım, içimi dökeyim.
Bir kere en büyük problem ilerlemeyen konu. Evet, maalesef ki Türk dizilerinin izleyiciyi bayma
gibi genel bir sorunu var. Bunun tek nedeni de bizi bayıltmaya ant içmiş, dizi süreleri. Şu
dizi kırk dakika olsa nasıl tadından yenmez bi düşünsenize. Ancak durum bu ve elimizdeki kartlara göre oynamamız lazım. Yaz dizisi olarak başladı, belki de her şey çok farklı planlandı,
eyvallah. Planlanan çatışma oyun üzerine
kurulu ve gittiği yere kadar devam etmesi gerekiyor. Buna da çok içten bir
eyvallah. ( Hatta bazen bütün bu nedenleri
kendimi kandırmak için tekrarladığımı düşünüyorum da, neyse).
Bu düzlemde
ilerlememiz ve “oyuna” çok girmemek için yan karakterlerin hikayelerinin ilgi çekici olması lazımdı. Ne
mutlu ki ilk başlarda bunu da çok iyi kıvırdık. Koray ve Neriman başta olmak
üzere dizideki her karakteri çok sevdik, hiç sıkılmadık. Maalesef ki işler her
zaman aynı şekilde ilerlemiyor. Daha sonrasında yeni isimler eklemeye çalıştık.
Sonuç tam bir fiyasko. Örneğin, Gudu sahnelerini hatırladıkça, içim ürperiyor. “Ya
tekrar geri gelirse?” diye. Bütün bunları da bir kere daha kabullenebilirim
ancak bu bölüm beni diziden soğutma noktasına getiren kişi, üzülerek söylüyorum
bakın elim gitmiyor, Defne idi. Evet, Defne’yi bir kaşık suda boğmak ve sarsıp
kendine getirmek istedim. Şimdi izninizle biraz Defo’ya yürüyeceğim onunla
dertleşeceğim.

Yes, we won duruşu (Temsili DEĞİL)
Sevgili Defocik,
Oysa çok güzel başlamıştık, ilk kez bu bölüm o korktuğun
uçurum kenarlarına yaklaşmıştın. Sırtındaki o yükleri atıp, özgür olacaksın
sanmıştım. Olmadı, yine yine yeniden yarım bıraktın. Bıcır bıcır neşeli
olduğun, egosal patlamalar yaşamadığın günleri özledim. Çünkü Defne üzgünüm ama
tam bir Kezban gibi davranıyorsun. Nereden mi kapıldım bu hisse? Dur, hemen
açıklayayım.
Öncelikle ses tonun, cırlamaların sinir kat sayımı arttırmak
dışında hiçbir işe yaramıyor. Yahu Defne sen ne kadar hırslı bir kadınmışsın?
Adamın yaptığı piştiye inanmayacak kadar kazanma merakın varmış. İçten içe hep
farkındayım, Ömer karşısında ezildiğini ve eziklik psikolojisi yaşadığını.
Ancak bunun karaktere yansıması bu kadar itici olmamalı. Hani güçlü olacaktın
Defne? Artık omzundaki yükten ya da Ömer’e layık olmadığından korkmayacaktın. Sevgili
öğretmeninin de yardımıyla başarılı bir tasarımcı olacaktın. Hatırlar mısın, “Bu
kızı yeniden büyütmeliyim” demiştim? Heh, işte eğer büyümüş Defne bu ise
istemiyorum ben. Olmamışsın bi daha yenile kendini, bi zahmet. Hiç yakışıyor mu
sana bu egolar? Sanırsın Semih Saygıner, nasıl da mutlu oldun Ömer’in bilardo
bilmemesine. Ancak ben de bir şaşırmadım değil. Ömer’i herhalde kavanozda
büyüttüler, bilardo okey de, pişti bilmemek ne? Sen Ömer İplikçi'sin her türlü
serseriliği de bilirsin, yeri gelir
sitiletto çizen bir beyefendi de olursun.
Yazdıkça yazasım, kızdıkça kızasım geliyor tutmayın küçük
Ilgaz’ı. Yahu Defne yalanların bin, bir para. Adama düzelteceğim diyorsun,
sözler veriyorsun. Ömer’imin dokuz kusurlu hareket saydığı yalanın daniskası
var sende. Adama bunu açık açık söylüyorsun, “nedenini sorma” diyorsun. Tüm
bunların üstüne adama durduk yere bağırıyorsun, “defollar” hava da uçuşuyor,
ha bir de Ömüş’e her an gazoz verecek
Nuri Alço muamelesi yapıyorsun? Bu durum
çok sıkıcı bir hal almaya başladı. Ergenler gibi oyunlar oynamak aklına geliyor
da, ben şu adama biraz kendimi ifade edeyim demek aklına gelmiyor. Kızım sen
şuursuz musun? Karşında yaratılmışların
en hayırlısı olan bir Ömer İplikçi var. Senin
yaptıkların akıl karı değil Defo. Kazanma hırsın gözünü öyle bir bürümüş ki
kaybettiğin değerlerin farkında bile değilsin.
Lütfen safoz mafoz da olsa eski
haline dön. Sakarlıklar yap, ben “beceremem” de, Ömer’e hayran hayran bak. Maalesef
senin bakışlarında eski sevgiyi, aşkı göremiyorum. Kazanmak için sahaya çıkmış
bir sporcu gibisin ve aşkta kazanmak yok ama kaybetmek var. Maalesef ki sen
kaybetme tarafına yakınsın. Tarafını seç Defocik, aşkın gücü seninle olsun! Düşündüm de bıdı bıdılarına ben dayanamıyorum, Ömercik ne yapsın? Korkuyorum ki Ömer’e olan
sevgimden onu İz ile birlikte İtalya’ya kendi ellerim ile göndereceğim,
bozuşacağız. Son kez, ricaların en büyüğü geliyor, Ömer'in Defnesi ol, olman gerektiği gibi.

"Şurada bilardo bilmeyen bir Ömer varmış, dur hemen ezeyim onu" by Defne
Derdim kesinlikle Ömer-Defne ilişkisinin düzelmesi ile
alakalı değil. Kesinlikle barışmalarını istemiyorum, dağ evindeki vıcık vıcık
sahneleri hatırlayınca içim kalkıyor. Yani aşık halleri inanın ki hiç
çekilmiyor. Ancak gereksiz sahneler, Defne’nin saçma tripleri beni itiyor. Yahu
bu kadar mı zor bu çifte replik yazmak? Ağızlarına taktığımız 10 kelime var,
evir çevir bunları söylüyorlar. Yan karakterlere sıkmadan devam edilebilir.
Seyircinin en hassas olduğu konu Defne ve Ömer, yan karakterleri bu ikili ile
birlikte ya da ayrı ayrı izlemek bize iyi gelebilir. (Bknz. Koray- Defne
fotoğraf çekimi) Bu bölüm ile birlikte sanıyorum ki Ömer’in artık bir misyonu
var. Defne’nin ne sakladığını öğrenmeye çalışacak. Artık Ömer’de oyunun içinde
diyebiliriz. Sonunda umduğunu bulamayacağı kesin ancak belki Ömer’in bu yolculuğunu
izlemek keyifli olabilir.
Defne’ye olan kızgınlığım gözümü bürüdüğü için diğer
karakterlere şöyle bir bakış atıyorum. Neriman’ın sürprizin Yasemin ve Sinan’a
kısmet olacağı belli idi. Ki iyi ki de böyle oldu çünkü Defne ve Ömer çifti hak
etmeyecekti. (Defne sağ olsun.) Sinan’ın şıpsevdiliğine alışkınız ancak Yasemin’i
bir yerde temellendirmek lazım. Bu durum, Yasemin için ufak bir kaçamak mı yoksa İso’yu
tamamen bitirdi mi? Sude-Eymen iyi oldu, su kuşu azıcık güzel olduğu kadar
küstah oldu ama, olsun o kadar. Eymen’e boyun eğecek gibi geliyor.
Necmi’nin ne ara işine bu kadar düşkün iyi bir aile babası
olduğunu anlamadım, anlayan beri gelirse sevinirim. Zaten en gereksiz sahneler
bu bölümde ona aitti. 9247 saat Sude ile olan gereksiz kavgalarını ve
diyaloglarını izledik. Koray’a gelirsek (Gelmemek mümkün mü?) dizide çizgisini
bozmayan ve beni mutlu eden tek karakter. Senin dertsiz başına dert açmalarına
sağlık. Best friend diye kendini yedin bitirdin, bekle ben talibim seninle BFF (Best friend forever) olmaya!
Kankamla kurduğum planların işlediğini düşünürken ben (TEMSİLİ)
Ömer İplikçi, sana artık diyecek bir cümlem yok. Sabrın sonu
selamet diyeceğim ancak param parça oldun be adam! Yeryüzünde böyle bir sabır,
böyle bir aşk mümkün müdür hala? Umduğunu, aradığını, bulamayacaksın Ömercik,
çok kırılacaksın ve biliyorum öğrendikten sonra bütün bu cümlelerimi bana
yedirecek kadar serseri mayın, ıssız bir adam olacaksın. Ama şimdilik, üstünü
başını silip seni vitrinlere kaldırmak istiyorum. Sevgine bu kadar sahip
çıktığın, bu kadar tahammüllü olduğun için kocaman da bir alkış gelsin sana!
Hikaye üremedikçe, hep ağırdan alınmaya çalışıldıkça aynı
şeyleri farklı kostümlerle izliyormuşuz gibi geliyor. Koskoca üç saatlik
bölümde nasıl sıkıldığımı, elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Bazen
dönüp bakıyorum ardıma bir arpa boyu yol gidememişiz. "İzlemekten vazgeçmem”
desek de takdir edersiniz ki izleyicinin de bir sabrı ve maalesef o sabrında
bir sonu var.. Ve üzülerek söylüyorum ki bu bölüm bu sınır epey bir zorlandı,
en azından benim için. İşin garibi ise çekimleri ve açıları da bir o kadar
beğeniyorum. Barış Yöş’ün mutlak bir enerji verdiği bariz. Senaryo ne kadar
kaplumbağa hızında ise çekimlerin hızı, enerjisi bir o kadar dört nala. En
azından bir yerinden tutunmak iyi geliyor.
Son olarak, iniş çıkışlar elbette olacak. Ancak
bu kadar göklere çıktıktan sonra, dipsiz kuyulara düşmek bünyemde sıkıntı yaratıyor. En büyük isteğim ile
bitireyim yazımı, eski Defo’yu, onun gözündeki masumluğu ve sevgiyi en kısa
sürede yeniden izlemek dileği ile. Mutlu haftalar…