Kiralık Aşk: Korkma uzan, tüm renklerim parmaklarının ucunda...
29 Ağustos 2015
Ben de varım, sevgili İplikçiler. (Çünkü spoiler’dır, foreshadowing’dir, hepsi kalp ben) Şöyle yuvarlak hesapla birkaç on milyon insanla daha beraber ben de gözlerinden kalp çıkan emojiye dönüşmüş, oturduğu yere mıhlanmış biçimde “Siz varsanız ben nasıl olmam?” diye içimden alkış tuttum bu akşam. Ve fakat gözlerini sağa devirip çarpık gülüş yapan “meh” emojisi de bir yandan tepemde “Varlık içinde yokluk çekmek de sevdaya dahilse demek...” diye söylenip durdu. Gerçekten de bölüm boyunca aklım sürekli oradan oraya kaydı; pür dikkat izlememe rağmen kimi hangi duygu taşkınlığında veya aydınlanmada bıraktığımı takip edemediğim hissiyatından da bir türlü kurtulamadım. Adeta Neriman’ın sempozyuma gittiklerinde Defne tarafına yollayıverdiği “Bana bak, aptallaşmış gibisin.” sözünün TV seyircisi vücudunda karşılık bulmuş hali gibiydim.
Kötü bir şey değildi bu ama... Çünkü hayatın kendisi de çoğu zaman tam olarak böyle bir aptala dönüştürme makinesinden farklı değil zaten. Kaçımızın günlük hayatı tornadan çıkma, sebep sonuç ilişkilerini ezbere bildiğimiz, bir sonraki adımı gözü kapalı tahmin ederek oynadığımız bir oyun ki zaten? O yüzden başından sonuna kadar biraz böyle aptallaşmaya, “Tam ne oldu ki şimdi?”, “Vay ne ara buraya zıpladık böyle!?”, “Canım siz nabersiniz yaa?” gibi düşüncelere gark olup olup durmaya da “varım.” dedim, oldu bitti. Ve bitti gerçekten. “Nabersiniz?” soruma “Biz çok iyiyiz cnm, sen kendine bak ;)” diye cevap atıp gitmişti bizimkiler. Ben de belki dizinin en güzel ama en katmanlı bölümünü içime dolma gibi sarıp, oturup kalmıştım yerimde. Kalp gözlü ve çarpık gülüşlü emojiler birbirlerine bakarak yol aldılar, faltaşı açılmış gözler emojisiyle ben de birbirimize bakakaldık. Evet, bu bölüm dizinin en derinlikli bölümüydü galiba... Galiba diyorum, çünkü daha katmanlarının tümünü ayıklayamamıştım. Bazı bölümler, filmler, sahneler, kesitler de işte böyledir. İlkin damağınızda tatlı ama bulanık bir hissiyat bırakır. "Çok güzeldi." dersiniz ama tam da adını koyamazsınız; üstüne uyursunuz, düşünürsünüz ve o içinizde demlendikçe yapraklarını açmaya başlar. Ben şahsen bu bölümün, geride kalanların tümünün tortusunu üzerine alıp bir kat daha derine inen bölüm olduğunu düşündüm. Yani Nero doğru söylüyordu, oyunda level atlamıştık. (Yine fazla uçmaya başlayan yazarın imdadına, gerçek insanların anladığı dile geri dönmek suretiyle Nöro yetişiyor. Bugün bir Nero gerçekten de kolay yetişmiyor!)
Velhasıl kelam bu bölüme, olanlar ve “olmayanlar” itibariyle en genel tabirle bir “geçiş bölümü” denebilir mesela. Bölüm sonunda YİNE gelemeyen öpüşmeye de binbir çeşit laflar hazırlanıp teessüfler edilebilir, ama sonra çok da uzatmadan, “Bölümün sonunu bırak, fragmana bakkkk!!!!” nidaları eşliğinde 12 tane gözünden kalp çıkan, 12 tane dans eden kız emojisi çayırlara salınıp halaya durulabilir. Bütün bu duygu selinin içinde ne tarafa çırpınacağını bilemeyen benim gibi bünyelere ise bir bardak soğuk su içip uyumak düşer ki, bu da sonuna kadar sevdaya dahildir aslında.
Sevda, mesela. Demlendikten sonra dimağımda kanalardan biri de buydu bu bölüm işte, sevda. İlk günden itibaren aralarındaki o meraktan çekime, ilgiden tutkuya evrilen; ekrandan elektrik olup bizi çarparken onları da yavaş yavaş birer şaşkın aşığa dönüştüren hisler sonunda Ömer’le Defne’den birer sevdalı ruh yaratmıştı. Bugüne kadar yanlış anlaşmalar, kıskançlıklar, kaçma- kovalamalar arasında tatlı sert içlerine serpilen aşk tohumlarını; biz artık ancak tutku dolu bir öpücükle veya şanlarına yaraşan tizlikte bir atışmanın sonucundaki ilan-ı aşkla sulayacaklarına eminken... Bu aşkın kiracıları olarak artık milli meselemiz haline gelen “Aşkını ilk kim itiraf eder?” “İlk öpücük nasıl gelir?” sorularına bir adet “yürek pır pır ettiren” bir tane de “olsa olsa böyle olur” temkinliliğinde cevabımızı hazırlamış beklerken.... Bambaşka bir açılım oluyordu gözlerimizin önünde; adına sevdanın son vuruşu diyebileceğimiz türden.