Yaşasın,
artık bizim de istihbarat hikâyeleri anlatan bir dizimiz var! İtiraf etmeliyim
ki MİlaT ile ilgili benim de ufak
tefek önyargılarım vardı. İzledikçe bu önyargılarımın aslında ne kadar boş ve
gereksiz olduğunu gördüm. Önyargılarım boştu çünkü herkesin bir duruşu vardı.
Bu duruşu mesleki becerilerini ortaya koyarak ifade eden insanlara saygı duymak
önemliydi. Üstelik çok büyük emek harcanıyordu. Çeşitlilik, zenginlik ve emeğe
saygı bunu gerektirirdi. Gereksizdi çünkü yıllarca Amerikan propagandası yapan
filmleri ayıla bayıla gidip izlemiştik, şimdi MİlaT’tan mı rahatsız olacaktık ki ben ekrandan fışkıran bir
propaganda da görmedim. Tabi ki “selam çakmalar” vardı ama öyle programlarda
tartışılıp, üzerine felaket senaryolarının yazıldığı gibi bir kurgu görmedim. (Ya
da ülke gündemimizdeki aksiyon bir türlü vites düşürmediği için dizi çok hafif
de gelmiş olabilir. Bu da bir ihtimal. ^.^)
+Hey dostum, olayı bundan sonra biz
devralıyoruz, ok?
-Siz de kimsiniz, he?
+(FBI kimliği çıkarılır. Karşı
tarafın gözüne sokulurcasına gösterilir.)
-Lanet olası federaller!
O paso değil,
canım.
Tam olarak
bu ifadelerle olmasa da MİlaT 3 Nisan
2015, Cuma günü itibariyle hayatımıza girdi ve “Enerji savaşlarının gölgesinde
bir istihbarat hikâyesini” izlemeye başladık. Genel olarak hikâye ülkenin
enerji pazarındaki payını ve gücünü arttırmak; bunu yaparken de iç ve dış
güçlere karşı savaşmak üzerine kuruluydu. Hikâyenin gidişatı istihbaratın enerji
direktörü Oğuz Bey’in öldürülmesiyle başladı. İstihbarata Karşı Koyma (İKK)
Başkanlığı bünyesinde nur topu gibi bir ekibi oldu. Artık ülkedeki “huzur ve
güven ortamı” onlardan sorulacaktı. Hayırlı, uğurlu olsundu.
“Bu kavga Olimpos Dağı’nın çocukları
ile Hira Dağı’nın çocukları arasındadır…”
Hira Dağı
tamam da ama Olimpos kısmı biraz sıkıntılıydı. Yabancı istihbarat
teşkilatlarının temsilcilerini mi (Rafael) ararsınız, dış güçler ile işbirliği
yapan iş adamlarını mı (Yıldıray Gürata)? Gücüne güç, parasına para katmak
isteyen yanar-dönerli iş adamlarından (Ender, Birol, Erman) bahsetmiyorum bile.
Bir de Esin karakterimiz var ki, 10 bölümdür onu çözemedim. Üzerine yorum
yapamıyorum.
Bakış no 12:
Sen gelirken, ben sana tur bindiriyordum, çocuk!
Ve Asaf…
Asaf’ın sırlarla dolu bir karakter olacağı en baştan belliydi. Kendisini faili meçhul
cinayetlerin çoğaldığı yıllarda “karıştığı” bir trafik kazasıyla tanıdık. Zaman içinde eski bir istihbaratçı olduğunu, aslında kazanın olduğu
yerde bulunma amacının, sanılanın aksine, kazayı önlemek olduğunu sezon
finalindeki hesaplaşmada öğrendik. Buraya kadar her şey çok güzel ancak işin
içine Esin’in girmesi kafamı karıştırmadı desem yalan olur. Eğri oturup doğru
konuşmak gerekir. Esin karakteri başlarda istihbarat teşkilatının “maşa” olarak
kullandığı bir iş kadınıyken ani bir çıkışla olayların merkezi haline geldi.
Sonra hop kelepçelendi. Dediğim gibi Esin bende komple yok. Ama
kurulan İKK ekibi o kadar seçilmiş ki sanki her şey onların gölgesinde kalıyor
gibi, Esin dahil. Katılır mısınız bilmem ama böyle kalabalık, ekipli işlerde “ruhu
yakalamak” çok önemli olduğunu düşünürüm. Örneklersek, mesela
Ulan İstanbul, mesela
Beş Kardeş, mesela
Poyraz Karayel ve tabi ki
MİlaT.
Saydıklarımın içinde “Bu adam buraya olmuş mu?” dediğim kimse olmadı. Belki de
işin sırrı budur, kim bilir?
Bu kareyi
boydan boya duvarıma asabilirim.
Neyse,
konuyu dağıtmadan hop geri dönelim. Bu kadar gürültünün içinde aşksız olmazdı
elbette. İlk on bölüm içinde gelişimini merakla beklediğimiz iki çiftimiz
vardı. Duru-Hamza ve Gökçe-Yağız.
Duru-Hamza
ilişkisi ilk zamanlar olmaz gibi dursa da son bölüm itibariyle olacağına
inandırmıştı. Hamza, kimliğini göstermeyeydi iyiydi!
Olur, olur. Neden
olmasın?
Gökçe-Yağız
aşkının ise “Mazi kalbimde bir yaradır.” cümlesiyle özetlemek mümkün.
Üniversite yıllarında mutlu bir çift, ardından “iş” için yurtdışına giden Yağız
ve arkasında gözü yaşlı bir kadın Gökçe. Onlar için de yepyeni bir
MİlaT olsun isterim şahsen. Böyle büyük
bir savaşın içinde aşkları temiz bir hava aldıracaktır. Zaten savaş savaş
nereye kadar?!
Yakın, daha
yakın :)
Bana
kalırsa, hikâyenin yanında,
MİlaT’ı
milat yapan unsurlardan en güzeli, bölüm başına en az 2 adet düşen aksiyon
sahneleriydi. Ülke standartlarının çok üstünde bir kaliteye sahiplerdi. Yeni
sezonda, daha güzellerini bekliyoruz!
Federaller
geliyor, yolu açın!
MİlaT’ı seyretme motivasyonlarımdan biri
olan Ankara’m için de bir şeyler söylemek isterim. İstanbul gibi Ankara’nın da
çok güzel siluetleri var. Mesela Atakule, mesela Ankara Kalesi, mesela
Anıtkabir. Siluetlerimiz sadece Eskişehir ve Konya yolları değil. Ayrıca biz
sürekli Gölbaşı’nda da değiliz. Bu duruma bir açıklık getireyim. “Bizde deniz
yok, göl ile idare ediyoruz.” sanılmasın. ^.^
Dilerim ki
bu emekler önümüzdeki sezon reyting sıralamasında da hak ettiği yerlere gelir.
Peki ya, bu
10 bölümde neler oldu, neler dikkatimizi çekti, neler gözlerimizi doldurdu? Buyurun bir
de En’lerimize bakalım…