Penthouse-Veda: "İnsanların nasıl alınıp satıldığını gördüm"

Penthouse-Veda:
Ne diyor Brecht; 
İnsanların nasıl alınıp satıldığını gördüm İnsan pazarlarında. 
… 
Birbirlerinin odalarına nasıl girerler, 
Hileyle ya da parayla. 
Sokakta nasıl durup beklerler, Nasıl tuzaklar kurarlar birbirlerine? 
Nasıl sözleşirler, nasıl asarlar birbirlerini, Nasıl sevişirler?

Üç sezon, kırk sekiz bölüm, sayısız tahmini mümkün olmayan sahne, sayısız sinir krizleri, sayısız dizi orgazmı keyfi. Bir seneden uzun süren ve uzun süre akıllardan çıkmayacak olaylar ve karakterler. Brecht’in de yazdığı gibi insanların nasıl alınıp satıldığını, hileyi, paranın yalan gücünü, birbirlerinin sonunu nasıl getirdiklerini, nasıl sevdiklerini gördük. Şimdi veda zamanı… Joo Dan Tae! Beraber gidelim! Cehenneme! 
Penthouse’un ilk bölümlerini seyrederken, açıkçası dizinin bu kadar tutacağını düşünmemiştim. Boru değil, Kore’nin ikinci en büyük kanalındasın ve ekranlara Uhm Ki Joon, Eugene, Kim So Yeon, Lee Ji Ah,Yoon Jong Hoon’u bir araya getiriyorsun. Dizinin tutmama ihtimali var mı? Tabii ki yok. Ancak uzun aralar vermeden üç sezon üst üste patlatmaları… Bu da seyirci olarak bizim şansımız olsun. 

İlk sezon, standart bir intikam hikayesi olarak başlayan Penthouse bölümler ve sezonlar ilerledikçe içinden çıkılmaz bir entrika yumağı haline geldi. İnsanın seyrettikçe seyredesi geldi. Hikâyenin sonuna gelindiğinde ise… 

Bu durum için ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Çeşitli yer ve zamanlarda Kore dizilerinin en zayıf noktasının son bölümleri olduğunu dile ve yazıya getirmiştim. Penthouse, kendi adıma, bu “bug”ın ortadan kalktığı bir dizi oldu ve bir kez daha kalbimi kazandı. Tüm kötülerin hapishanelerde çürüdüğü, sevenlerin birbirine kavuştuğu, tahmin edilebilir son yerine eline kan bulaşmış Oh Yoon Hee, Cheon Seo Jin, Shim Su Ryeon, Joo Dan Tae, Ha Yoon-Cheol’un cehennemin dibini boylamasından kesinlikle daha çok tatmin oldum. Logan Lee’nin aynı sonu hakkedip hak etmediği ile ilgili ise ikilemdeyim. (Bilemiyorum, Altan.) 

“İnsanların nasıl alınıp satıldığını gördüm İnsan pazarlarında.” 
Üç sezon boyunca birbirlerini gözlerini kırpmadan satan insanları izledik. Hırs, daha çok hırs, en çok hırs. Para, daha çok para, en çok para! Çoğu zaman kimin, kimin tarafında olduğunu anlamadık dahi. “Şimdi böyle yapıyor ama, kesin buna çalışıyor.” Ya da “Ovv kamera neresinden çıkacak acaba, kimi nasıl dinletti de bu bilgiye ulaştı.” Diye düşündük. Baba-kız olduğunu düşündüğümüz Joo Dan Tae ve Joo Seok Kyung arasında dahi. 

“Birbirlerinin odalarına nasıl girerler, Hileyle ya da parayla.” 
Birbirlerinin odalarına nasıl girdiklerini de sahnelerce gördük. Yatak odalarına, hastane odalarına, kulislerine, kasalarına. Birbirlerinin yatağından geçerek servetlerine servet katma, öldürüp yaşatmaya çalışma, geleceğini, hayallerini mahvetme ya da asla sahip olmayı asla hak etmedikleri bol sıfırlı paralar ve kasalar. 

“Sokakta nasıl durup beklerler, Nasıl tuzaklar kurarlar birbirlerine?” Sokakta beklediklerini de gördük. Sokakta derken… Uzakta ve sessizce. Zamanı gelince ortaya çıkacak şekilde. Zamanı gelince intikam zırhını yeniden kuşanmış bir şekilde izledik neredeyse tüm karakterleri. Her adımın aslında bir tuzak olduğunu bölümler ilerledikçe öğrendik. Bazen kurban tuzağa düştü, bazen de kendi kurdukları tuzağa kendileri düştüler. Çünkü hayat böyle bir şeydi! 

“Nasıl sözleşirler, nasıl asarlar birbirlerini, Nasıl sevişirler?” Nasıl sözler verildi, nasıl sözleşmeler imzalandı. Sonlara doğru gördük ki verdikleri sözler, attıkları imzalar kendi idam fermanlarından başka bir şey değildi. Bu satırlara ben yazarken, siz de okurken sahneler gözümüzün önünde nasıl da geçti değil mi? 

Bu kadar kalabalık içinde Baek Joon Ki, Yoo Dong Pil karakterlerinin hikâye içinde biraz da varlık göstermelerini isterdim. Çünkü mevcut giriş-çıkışları ile Penthouse’a çok da bir katkılarını görmedim. Görmedik, değil mi? 

Gençlerin hikayesi için bir şey söyleyemeyeceğim. Aslında her şey onların yüzünden. Lisede iyi okula girsinler, üniversitede iyi okula girsinler diye başlamadı mı bu hikâye? Aman Bae Ro Na’yı almayalım, Min Seol A’yı almayalım. Sadece kanı mavi akan kıymetli Hera Palace sakinlerinin çocukları okusun! Tüm kıyamet buradan koptu işte! Gel gelelim Penthouse’un yine gençlerle bitti. Olup bitenden ders çıkaran, analarından-babalarından çok çok daha akıllı gençler. Olması gerektiği gibi. 

Aslında yazmak ve paylaşmak istediğim çok şey var ancak yazının buradan sonrasını favori sahnelerime ayırmak istiyorum.
Önemli not: Umarım en kısa sürede SBS, yayınlamadığı sahneleri de televizyon ekranından ya da YouTube kanalından yayınlar.
Neyse!

En favori ve asla unutmak istemediğim sahneden başlayacağım.


Birinci sezonun en keyifle izlediğim sahnesi Rogan’ın şerefine verilen partide herkesin sürpriz üzerine sürpriz yaşamasıydı. O zaman hikayenin çok farklı akacağını anlamıştık. Shim Su Ryeon’ın itirafi oyunu kimin kurduğunu gözümüze soktu.

İkinci sezon için en favori sahneyi ise Bae Ro Na’lı. Ödülü almasıyla…

Üçüncü sezon için hangi sahnenin en iyi olduğunu söylememe gerek yok bence. 
(“Fan girl’lük yapmak istemiyorum ama Uhm Ki Joon, adını dağlara yazsak yetmez.)

Üç sezon boyunca Joo Dan Tae'yi hep kötü bildik. Seyirci olarak içindeki çocuğu biraz daha görmek isterdim. Hoşça kal küçük Baek Joon Ki.

Yoon-Yoon "couple"cı olarak bu videoyu da tarihe not düşeyim

Her izlediğimde tüylerim diken diken oluyor. Herkesi kandırabilirsin ama vicdanını asla.

Bu liste durdurulamaz bir şekilde uzar gider. 

Muhteşem bir üç sezon, unutulmaz sahneler izledik. Şimdi veda zamanı. 
Uzatamayacağım. Kalbimdesiniz ve Brecht yine haklı çıktı!

같이 가자 펜트하우스 지옥으로!




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER