Penthouse S3: Clotho, Lachesis ve Atropos’u görmek!

Penthouse S3: Clotho, Lachesis ve Atropos’u görmek!

Clotho, Lachesis ve Atropos’un hikayesini biliyor musunuz?

Bu üç kız kardeş hem insanların hem de Yunan mitolojisindeki Tanrıların kaderlerini dokurlar. Hayatı pamuk ipliğine bağlı derler ya, işte bu ifade bu üç kız kardeşin yaptıkları iştir bir yerde.

Üç kız kardeşten en küçüğü Clotho’dur. Hayatın yaratılışını tasvir eder. Lachesis, ortanca kardeştir, kaderi çizer. Son olarak Atropos, hayatı sonlandıran kardeştir. Elinde makasıyla kimin, nasıl öleceğini belirler.

Siz nasıl eşleştirdiniz bilmiyorum ama benim için Penthouse’un Clotho’su, Oh Yoon Hee. Lachesis şüphesiz Shim Su Ryeon ve tabii ki, Antropos ise Cheon Seo Jin.

Çünkü bu kadınlar kendilerinden önce ya da sonra gelenleri ölüme götüren, hayatlılarını çevreleyen ve ölümle sonuçlanan tüm olayları kontrol edip ellerinde tutabiliyorlar. Clotho, Lachesis ve Atropos’tan minik bir farkla: Hera Palace'te ölen asla ölmüyor ve herkesin kendisine tıpatıp benzeyen bir kardeşi var.

Penthouse, üçüncü ve son sezonu iniş-çıkışlarla dolu. Finale hızla yaklaşırken toparlayalım istedim. Başlayalım!

*

Bakmayın, hikâye çok maskülen gözükse de buram buram kadın hikayesi. Joo Dan Tae, Ha Yoon Cheol, Lee Kyu Jin, Logan Lee hatta Baek Joon Ki… Kadınlar kadar umrumda değil. Tüm konsantrasyon Shim Su Ryeon’un üzerinde. Shim Su Ryeon gözündeki o hırsı her gördüğümde dizi yine yeni yeniden başlıyor.

 

Aslında Penthouse, “yani” denebilecek bir birinci sezon finali yaptı. Bu çok normal. Pandemi sürecinde herkes evdeyken en yüksek izlenme oranlarını aldı. İkinci sezona hazırlıksız ama bir o kadar da cepleri dolu yakalandı. Senaristlerin anlatmak istedikleri her şeyi anlatabilecekleri uzuuuuun iki sezon kendilerini bekliyordu. Birinci sezon ile ikinci sezon arasında çok uzun bekleme süresi de olmadı. Hikaye de seyirciler de heyecanını kaybetmeden ikinci sezon başladı. İkinci sezon da birinci sezonu aratmadı. Buraya kadar çok güzel. Ancak üçüncü sezonun (net ilk dört bölümünün) aşırı zorlama olduğunu hissettim. Yani ne izledik biz? Hayatımızda ilk defa Kore dizisi izlemiyoruz, çok şükür. Penthouse, üçüncü sezonun dört (belki biraz da beş) bölümüyle az kalsın Kore dizi tarihinin “masterpiece”sı olma şansını kaçırıyordu ki… Ancak sorun yok, hallediyoruz.

Birinci sezonun oyun kurucusu yoktu. Herkes hikâyesinin bir yerinden tutmuştu. Hikaye bir bütün olarak anlamlıydı. Herkes eşitti. Gayet sosyalist bir düzende aktı. Hem ailelerin hem de çocukların hikayeleri gayet dengeliydi. Çok keyifle izledik ki, birinci sezon değerlendirmesini BURAYA bırakıyorum. Gerçekten muhteşemdi.

İkinci sezon herkes kendi hikayesinin başrolü haline geldi.  Hikâye akışı aşırı tatmin ediciydi. Boş sahne neredeyse yoktu. Öyle ki Joo Dan Tae’nin çocukluk “flashback”indeki 3-5 saniye bile hikâyenin akışını merak etmemiz için yetti de arttı. Öyle ki üçüncü sezonun ortasında malum sahneyi görünce hiçbir sahnenin boşuna olmadığını anlamış olduk. Cheon Seo Jin’in sesini kaybetmesi, Ha Yoon Cheol ve Oh Yoon Hee’nin çakma evliliği, Na Ae Gyo’nun hikâyenin akışına dokunuşu. Tüm karakterin birden yükselmesi ve birden çöküşü. İşte aradığım ruh bu! Çünkü biliyorsunuz gerçek bir kapitalist düzen bunu gerektirir. 

Ama ikinci sezonda da görmüş olduk ki sosyalizm hayat kurtarır -her anlamda-. Bakınız Logan Lee. 

Logan ile Su Ryeon'u aynı kare içinde yeterince göremediğim için hafif bir buruklık yaşıyorum elbette. Fakat ikisinin de varlığı Penthouse'a onur katıyor. O yüzden kendilerini sabırla bekleyeceğim. ^^

Üçüncü sezonunda Penthouse kadınlarına bir daha göz atın lütfen. Yaratılışı ifade eden bir Oh Yoon Hee. Penthouse hikayesinin sıfır noktası Oh Yoon Hee’nin kaleminden çıkmıştı, değil mi? Ah Clotho, gece Min Sol A’yı öldürmeseydi…

Hem şirket oyunlarında hem de aile ve arkadaş ortamında ne kadar Lachesis bir Shim Su Ryeon. 

Ve ne korkmadan hayatları, umutları sonlandıran (ya da yaşamasına karar veren) bir Atropos, Cheon Seo Jin. (Açık konuşmak gerekirse Cheon Seo Jin'i çapsız bir "kötü" karakter olarak düşünmüştüm. Ne zaman ki Ha Yoon Cheol ile...) Özellikle Logan’ın hikayesine dahil olmasını beklediğim son kişiyken, Logan’ı “bir şekilde kurtaran” kişinin Cheon Seo Jin olması, üçüncü sezonun şüphesiz en klas aksiyonlarından biri oldu. Çünkü Logan'ın bir şekilde tekrar oyuna gireceğini biliyorduk. Logan ya da Alex olarak, ama gelecekti. Çünkü kimse ölmüyor, ölen de aslında gerçekten ölen olmuyordu. 

Şimdi de Oh Yoon Hee'nin ölmediğini adımız gibi biliyoruz, ama ıspatlayamıyoruz.

Gençlerin hikâye çatışmasında… Hımm... Nasıl söylesem… Kesinlikle kötü değil ama büyüklerin çatışması altında çok mu saydam, karar veremiyorum. Joo Seok Hoon - Joo Seok Kyung - Bae Ro Na çatışması; yine Bae Ro Na ve Ha Eun Byeol çatışması, dünya yanarken Lee Min Hyeok’un pasifliği ve son adalet bükücü Yoo Je Ni. Penthouse, bir gençlik dizisi olsaydı, hikayeleri gerçekten Penthouse kadar kendini seyrettirirdi. Ama genel olarak Penthouse'un ne çok içinde ne de çok dışında olamıyorlar. 

*

Penthouse'un kör noktalarından biri de Alex oldu. Bir var, sonra yok! Peki, mesela bir daha Alex’i görecek miyiz, merak ediyorum. Zira Logan’ın ailesi, tüm iyi niyetiyle artık Kore’de. Baek Jun Ki’ye güvendiler, tekrar soruyorum, Alex nerede? Shin Su Ryeon’un evine kadar giren Alex, nasıl olur da Baek Jun Ki’ye inanır ya da ailesinin inanmasına izin verir, göreceğiz.

A! Son bir soru daha 100 milyon dolar nerede? Ve neden birdenbire böyle bir para ortaya çıktı.

Baek Jun Ki demişken…

Gerçek Baek Jun Ki (Şimdiki Joo Dan Tae -Uhm Ki Joon)’nin hikayesi bir yerden bakınca biraz acıklı ve ilginç, değil mi? Çünkü şimdiki adı Joo Dan Tae olan Baek Jun Ki’nin hayatını dört periyotta inceleyebiliyoruz. (1) Minik Baek Jun Ki dönemi, (2) Japonya’daki katil Baek Jun Ki dönemi, (3) Kore’deki Joo Dan Tae dönemi, hepsinin bir arada ve ortaya dökülmesiyle oluşan (4) şeytanın en yakın arkadaşı Joo Dan Tae V.4,0. dönemi.

Genel hatlarıyla, en baştan bu yana Joo Dan Tae oldukça ilginç bir karakter olarak bugüne geldi. Birden fazla yüzü vardı. Acısıyla, hırsıyla, yaptıkları ve yapmadıklarıyla. Ancak Joo Dan Tae’nin hikayesinin acıklı kısmı ise maksimum 4-5 dakika kadar sürüyor, flashbackten bakınca. Çok fakir olan acılı Jun Ki’nin annesi ve kız kardeşi gözlerinin önünde ölür, annesi çok zengin ol, mutlu yaşa der. Yani bu kadar acılı Jun Ki yeterli. Gerisi ihtirasa, hırsa, kine giriyor. Joo Dan Tae’yi böyle seviyoruz. Şüphesiz ki Joo Dan Tae, bir anti-kahraman değil, Penthouse iyilerin kötüleri yendiği bir hikâye de değil. Aksine daha kötünün, nispeten daha az kötü ezip geçtiği bir hikâye örgüsü izliyoruz. Bu sebeple ki Joo Dan Tae, Penthouse’a çok yakışıyor. Seviyoruz. 

Ha Yoon-Cheol’ün birden dibi boylaması, ezikliğin dibini görmesi, ama bir şekilde aynı tayfa ile takılıyor olması. Yemedim, ama yemiş gibi yapacağım. Çünkü hikâye akışına inanmak bunu gerektirir. Kang Ma Ri ve Yoo Dong Pil çifti, Jin Boon Hong Hoca, gençler, aileler artık herkes boğazına kadar pisliğe batmış durumda. Bu savaşın haklısı, haksızı, anti-kahramanı yok. Güçlüsü ve güçsüzü var. Eğer bir taraf olunacaksa Shim Su Ryeon’un tarafındayım. Ama ne olur faili meçhul bir cinayet daha çıkmasın. Artık algoritma çizemiyor, çizdiklerimi birleştiremiyorum.

*

Aslında yazmak istediğim çok şey var ama birazını da finalden sonrasına saklıyorum. Şimdiden Penthouse Kore dizi tarihinin sayfalarına adını altın harflerle yazdırdı ve başyapıt oldu. Sırrı da bu olsa gerek: kızsam da küssem de bir şekilde kendisini izlettiriyor, merak ettiriyor. Clotho, Lachesis ve Atropos Hera Palace’in kaderini en baştan yazarken artık sona doğru geldiğini de biliyoruz. Şöyle bitsin, böyle biterse iyi olur diyemeyeceğim. Bitince yine burada buluşalım. (Tabii ki aşağıya favori OST'mi bırakıyorum.)

 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER