Sex and the City: Nice 20 yıllara!

Sex and the City: Nice 20 yıllara!
6 Haziran 2018 Sex and the City’nin 20. yıl dönümüydü. Sex and the City (bundan sonra SATC olarak anılacaktır) bu, boru değil;  ilk bölümünün yayınlanmasının üzerinden yirmi koca yıl geçmesine ve dünya o arada aşırı değişmesine rağmen tekrar tekrar ve hala çok izlenen, izlenmekle kalmayıp başta moda olmak üzere birçok sektöre de yön veren bir yapımdan bahsediyoruz. Aşırı büyük bir hayranı olduğum ve her bölümü en az altı kere izlediğim için kendimi objektif saymıyorum zaten ama milyonlarca insan da yanılıyor olamaz, bu diziyi benzerlerinden ayıran çok temel bir şeyler var.

Güzel kadınların moda kıyafetler giyip bolca sevgili yaptıkları, fonda güzelim New York’un tatlı tatlı aktığı bir dizi gibi düşünülebilir belki hiç izlemeyenler tarafından. Bunlar var SATC’de elbette ama işte dizinin esas meselesi bu değil. Çok sağlam bir kadın dostluğu ve kadın hareketi aslında bu dizinin dayandığı yer. Bir kadının bir erkekten hiçbir farkı olmadan istediği mesleği yapabileceğini, kendi parasını kazanmasının değerini, bu parayı neye harcayacağını kimseye sorması gerekmediğini, evlilik, çocuk yapmak ne kadar kıymetliyse bekâr olmanın da bir o kadar tercih edilebilir olduğunu ve kimsenin bunun hesabını kimseye vermek zorunda olmadığını anlatır SATC. Bir bölümü vardır mesela, Charlotte evleneceği için sanat galerisindeki işini bırakacağını açıklar kızlara ve çok tepki alır elbette. Buna en çok tepkiyi gösteren de Miranda’dır, grubun en işkoliği, hırslı bir avukat. Yine aynı bölümde Miranda boynunu sakatlar ve işe gidemez birkaç gün. Bu birkaç günden o kadar keyif alır ki gündüz evde kalıp yemek programı izleyebilmek uğruna hasta olduğunu söyler bir kere daha, hayatta en kıymet verdiği şey işidir ama işte herkes birbirinin yerinde olacaktır bir gün, çalışan kadın çalışmayanı, anne olan çocuğu olmayanı anlamadıkça pek güzel dönmez dünya. Hele bir A Woman’s Right to Shoes bölümü vardır ki, Carrie’nin kendisi ile evleneceğini duyurup ayakkabıya harcadığı para yüzünden onu kınayan evli ve çocuklu arkadaşına o işin tam da öyle olmadığını anlatmasıyla biten, bunu izlememiş kadın kalmasın yeryüzünde dilerim. New York’ta yaşayan ve haftada bir seks hakkında bir köşe yazan bir kadınla nasıl empati yapabilirim sorusundan yola çıkarak bütün kadınların birbirini anladığı bir dünyanın cevabıdır SATC.  

Belirtmek isterim ki bu sene SATC sevenleri için gerçekler açısından hüzünlü başladı. Kim Catrall (Samantha Jones) ve Sarah Jessica Parker (Carrie Bradshaw) arasındaki kavga dizinin hayranlarının canını çok sıktı, kendimden biliyorum. Tamam, dizi izliyoruz, hayal dünyası filan bunları biliyorum ama gönül ister ki o dört kadın gerçek hayatında da aşırı iyi anlaşsın ve mümkünse her sene bir SATC filmi çeksin (şimdiye kadar çekilen iki filmin de pek parlak olmaması gerçeğine rağmen). Ama işte meğer bu ikili hiç iyi anlaşamıyorlarmış hem de taaa dizi günlerinden beri. İkisinin anlaşamamasından da öte dizi günlerinde Kim Catrall’a hayatı zindan etmiş diğer 3 SATC kadını. Kim Catrall’ın, erkek kardeşinin vefat haberinin altında SJP’nin Instagram’da yazdığı başsağlığı dileğine bile ‘Bas git bir daha gözüm görmesin’ cevabı verdiği düşünülürse hayallerimiz yıkılmakla kalmadı, üçüncü bir film de komple yalan oldu belli ki.


Kütüğüm New York olsa oyum senindi 

Tam buna çok sinirlenmiştik ki Cynthia Nixon’un (Miranda Hobbes) New York belediye başkanlığına adaylığını koymasıyla şenlendik. Hayal dünyamız ‘New York’u Miranda yönetmeyecek de kim yönetecek?’ derken gerçek kafamız da kendisine ‘unqualified lesbian’ denen Cynthia Nixon’un buna gülerek ve bunun rozetini bile yaparak bu kampanyayı yürütmesinin güzelliği ile aydınlandı. Seçilir mi bilmem ama seçilse ne güzel olur, milyon kilometre uzakta oturur kutlarım.

İhtimal vermiyorum ama hala SATC izlemediyseniz en azından 20.yılı şerefine izlemenizi öneririm. Nice yıllar ve iyi seyirler dilerim.
 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER