Sen Anlat
Karadeniz başladığı günden bugüne kadar sürekli yergi ve övgüye tabi
tutuldu. Beğenenler oldu, doğru bulanlar oldu, işlenişi hatalı bulanlar oldu, olumsuz eleştirenler oldu… Öyle ya da böyle sürekli hakkında konuşuldu. İlk bölümden
itibaren gününde diziyi izlemiş biri olarak ilk kez bu hafta bölümü yeni
bölümden bir gün önce izledim ve izlediğim gibi yazmaya başladım. Sen Anlat
Karadeniz bir kapı açıyor ve açtığı o kapıda gerçek bir kötülük gösteriyor.
Salt kötülük… ‘Ama’ denilemeyecek, bahane uydurulamayacak bir kötülük. Bir
kadının, bir bireyin, bir benliğin, bir ruhun, bir bedenin zorla alıkonulmasını
anlatıyor. Ülkemizde bu durumun ne kadar yaygın ve ne kadar
normalleştirildiğinden bahsetmiyorum bile çünkü zaten biliyorsunuz. Öfkenin,
kötülüğün, insanlığın bitiminin altın çağındayız ve bir dizi çıkıp diyor ki; kadınları
dövdüler, alıkoydular, baskı kurdular, tecavüz ettiler, öldürdüler. Ve yine başkaldırmak
bize kaldı, kadınlara.
Yazının ilk
aşamasında iki kadın senariste Ayşe Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem’e
saygılarımı sunuyorum. İlk bölümden son bölüme kadar benim de içime sinmeyen
noktalar oldu, ben de birçok eleştiride bulundum ama her zaman bu işe giren
kişilere saygı duydum. Çünkü birinin elini taşın altına koyması gerekiyordu ve
onlar bunu yaptı. Osman Sınav her zaman söylenmeye çekinileni söyleyen bir
yönetmendi zaten, bu işi ondan başkası da göğüsleyemezdi. Ona saygım çok büyük.
Son bölümde
herkesi derinden sarsan o siyah ekran üzerine yazı çıktığında, tamam, dedim,
tamam şimdi başlıyorlar. Bu zamana kadar herkes ‘e ama şiddet var bunda’ diye
eleştirirken inadına umut diyen Nefes ve inadına merhameti ile sarıp sarmalayan
Tahir izledik. Evet, Tahir bazen kalıbına sığmıyor. Evet, Tahir’in bazen
dilinin ayarı kaçıyor. Evet, ‘hödük ama iyi kalpli hödük’ Nefes’in şartlarında
kabul edilemez bir durum. Bunların hepsine tamam ama Tahir’in ilk durduğu yer
ile şimdi durduğu yer aynı mı? Değil! Tahir de büyüdü, 29 yıllık ömründe
almadığı yaşı Nefes’in son sekiz yılını dinledikçe, bildikçe aldı. Tahir
mükemmel olan değil, iyi olan. Vedat kötülüğü temsil ediyor, bir canavar gibi
yansıyor ekrandan evimize. Vedat bir canavar. Bunu iliklerimize kadar
hissediyoruz. Tahir ise… Deli, lafı sözü bir, gözü kara, merhametli, iyi,
kocaman kalpli biri. Senaristlerin dediği gibi huy yapayi bizde o Tahir… Keşke
herkes biraz Tahir olabilse, keşke herkes elini taşın altına Tahir kadar
koyabilse, keşke herkes Tahir gibi başını çevirmeden gördüğüne inadına bakabilse.
Hepimiz
yapıyoruz… Hepimiz. Kimse bir diğerinden daha az suçlu değil. Başımızı
çeviriyoruz, kulağımızı kapatıyoruz. Sanki görmezsek yaşanmaz gibi, duymazsak
söylenmez gibi… Herkes bir an için düşünmeli, kaç kere sustuğunu. Bir kadına
söylenen kötü söze susmak ile bir kadına atılan tokata susmak aynı şey. Yoldan
geçen kadına laf atmak ile o kadına rızası olmadan dokunmak aynı şey. Fark yok.
Önce kendimizi, sonra çevremizi düzeltmeliyiz. Susmadan, baş eğmeden, göz ardı
etmeden, üstüne giderek düzeltmeliyiz. Asiye olmayız. Asiye olabilirsek o zaman
umut yeniden yeşerecek demektir, belki o zaman birbirimize güvenebiliriz.
Saniye olmayın, can sağ olsun da cananı eller alsın demeyin. Nazar hiç olmayın,
o da hak etmiş sonucuna vardıran bahaneler bulmayın. Asiye olun; görün, duyun
ve ses çıkartın.
Bu bir
teşekkür yazısı… Bunca bölüm ardından Ünzile eşliğinde siyah ekran üzerine
verilen beyaz yazı için. Ben tüm kalbimle Sen Anlat Karadeniz’de emeği olan
herkese teşekkür ediyorum. Bir kişiye bile farkındalık yaratabildilerse diye... 100 kişiden 32'sinin izlediği bir dizinin bir kişiden daha fazlasına farkındalık kazandırdığından da eminim.

Sen Anlat Karadeniz... Sen anlat ki bizim de bir gün umudumuzun bittiği yerde inadımız başlasın.