Puhu TV’nin ilk orijinal içeriği Fi geçtiğimiz haftalarda ekranlara
veda etti. Fi-Çi-Pi kitap üçlemesinden uyarlanan diziyi ikinci sezon olan Çi’de
bitirmek zorunda kaldık maalesef. Planlanan bir üçüncü sezon gerçekten var
mıydı bilmiyorum ama medyaya yansıyan final şeklinden hoşlanmadığımı belirtmek
isterim. Üçlemenin yazarı Azra Kohen’in ‘Dizinin kitaplarla alakası kalmadı’
açıklamaları sonrası dizi finale yürüdü hatırlarsanız. Böyle düşünmek eser
sahibinin en doğal hakkı tabii ama o ekipten önce medyaya bilgi vermiş havası,
kullanılan ifadeler böyle bir diziyi hatırlamak isteyeceğimiz en son haldi.
Gelelim Fi’ye veda ederken söylemek istediklerime. Aslında
dizi biter bitmez yazacaktım ama arada Puhu TV’nin yeni dizisi Şahsiyet’i de
izlemek istedim, hani ilk bölümden sonra ‘Vay be, Fi neymiş ki, asıl dizi
buradaymış’ der miyiz diye merak ettim. Öyle olmadı. Şahsiyet güzel dizi evet,
efsane bir oyuncu kadrosu ve şahane bir ekibi var (ki bu ayrı bir yazı konusu)
ama ülkemiz dijital dizi tarihinde Fi’nin yerini gölgeleyecek gibi de durmuyor.
İkinci sezonda zaman zaman sıkıldığım anlar olsa da Fi tüm
bölümleriyle ortalama üstü bir içerik sundu izleyiciye kanımca. Hele finaldeki
Afife müzikali adeta ekibin işine olan saygısının üstüne kondurulmuş bir parça
kremaydı. Yazanın, yönetenin ve oynayanların ellerine sağlık.
Dizide birçok usta oyuncunun yanı sıra yeni tanıdığımız
yüzler de vardı ve ne mutlu ki hepsi rollerinin üstüne titremişler izlenimi
bıraktı bence iki sezon boyunca. Yine de söylemek isterim ki Fi’yi en çok
Serenay Sarıkaya’nın kalbimdeki yerini kesin bilgi haline getirdiği dizi olarak
hatırlayacağım. Öyle güzel bir Duru Durulay oldu ki, belki çok şımarık,
dengesiz veya hadsiz bulacağımız bir kızı çok sevdik. Dans sahnelerindeki
başarısına ayrıca değinmek isterim zira yerli dizilerdeki en büyük eksiklik
oyuncunun dans etme, ata binme, silah tutma, spor yapma gibi mevzularda
profesyonel birini canlandıracaksa ‘Ben hiç çalışmadım’ diye kırk metre öteden
bağıran performansıdır. Serenay Sarıkaya tam tersiydi Fi’de, dansçı bir kız
olduğuna inanmamak için en ufak bir sebep bulamadım. Bir sonraki projesini
heyecanla bekliyorum.
Dizinin benim için en tatlı sürprizi ise Osman Sonant’ın
canlandırdığı Sadık Murat Kolhan karakteri oldu. Dizinin başında gayet itici ve
bir nefret öğesi olarak kodlayabileceğimiz biriyken finalde gözümüzden kalpler
çıkartan bir adam oldu. Özge Egeli (ki ara sıra ağzına vurmak istesek de Berrak
Tüzünataç’ın oyunculuğu ile nihayetinde sırtını okşayıp ‘Üzülme’ dediğimiz
biridir kendisi) ile bir fidan vesilesiyle kavuşmaları dizinin açık ara en
güzel sahnesiydi nazarımda.
Dizinin diğer ana erkek karakterleri Ozan Güven ve Mehmet
Günsür’e söyleyecek çok da fazla bir şeyim yok. Ozan Güven tam da kendisinden
beklediğim gibi aklımızı kaçırtacak bir Can Manay oldu iki sezon boyunca.
Mehmet Günsür ise Deniz karakteri için olabilecek en doğru seçim olduğunu her
bölüm biraz daha hissettirdi. Bir de kendisi aşırı yakışıklı olduğu için her
zaman sağlıklı düşünemiyorum zaten ondan bahsederken. Şaka bir yana (şaka
değildi ama çaktırma), bölümlerle ilgili hissiyatım zaman zaman değişse de
karakterlere olan inancım hep aynı kaldı.
Fi’nin göreceği ilgi dijital yayıncılık için çok önemliydi
elbette ve bu eşiği çok yükselterek aştı bu dizi, bundan yıllar sonra dijital
yayıncılıkta çok başka yerlerde olduğumuzda dahi severek hatırlayacağımız bir
iş olacağı kesin. İzlemeyenlere dizi Show TV ekranlarında başladığında izlemelerini ısrarla öneririm. Dâhil olan herkesin ellerine sağlık. Yeni dizilerde görüşmek
üzere iyi seyirler dilerim.