Pazartesi günkü yoğunluktan ve basının pek de ilgi
göstermediği programın arından Salı günü de yine oldukça sakin başladı, sanırım
hemen herkes Cuma günü gösterilecek olan In
den Gängen filmini bekliyor, hazır
pek merak uyandıran film yokken de Generation,
Forum ve Panaroma gibi merak edilen ancak vakit bulunamadığından gidilemeyen
filmlere yöneliyor, fırsat bu fırsat diyerek. Ancak yine de genel izleyicinin
ilgisi hava 0 derece civarlarında dolanıyor olsa da gayet yoğun, ancak yine de
Pazartesiye kıyasla sakin bir gündü..
Joaquin Phoenix
tekerlekli sandalyede!
Amerikalı karikatürist John
Callahan’ı tanır mısınız bilmem, şahsen ben bugüne dek ne adını duydum de
sanını. Ancak ilginç bir hikayesi varmış Callahan’ın, insana ilham veren,
hayatın bitmeyebileceğini gösteren ilginç ve acılarla dolu bir hikaye bu.
Herkesin acısı kendine, “senin acın onunkinden az” diyecek değilim elbette,
ancak Callahan’ı farklı kılan, alkol yüzünden bir kaza geçirip yarı felçli
kalması, hayatının sona erdiğini düşündüğü anda, alkole en çok ihtiyaç duyduğu
dönemde alkolü bırakamaya çalışması. Acılarını bilmem ancak mücadelesinin kolay
olmadığı ortada ve bu mücadeleden kazanan taraf olarak ayrılması da takdiri hak
ediyor açıkçası. Filme dönersek, film Callahan’ın hayatını kaza öncesi ve
sonrası olarak ikiye bölerek, fiziksel tedavisine değil kendi iç meselelerini
çözümlediği içsel tedavisine odaklanarak anlatıyor. Bir amazon filmi olan Don’t Worry, He Won’t Get Far on Foot filminde
Callahan’ı Joaquin Phoenix
canlandırırken Jonah Hill ve Jack Black de filmde yer alıyor.
Filmin başrolü Hasan Kasmai rolünde Hasan Majuni
Festivalin en eğlendiğim filmi: Khook Açık konuşmak gerekirse Khook öyle aman aman eğlenceli bir
film değil, insan yerlere yatıp gülmüyor, hatta salondakilerin benim kadar
gülmediğini söyleyebilirim. Ama bir İran filmi Khook yani Pig’i benim
için bu kadar eğlenceli kılan bir tarafı
var, o da dili. Bir İran filmi olmasına karşın kahramanımız Hasan, ya da Hassan
hangisini derseniz, Azeri kökenli bir İranlı. Nereden biliyoruz bunu, annesi
ile olan konuşmalarından. İngilizce ve Almanca altyazıda her ne kadar Türkçe konuştuklarını
söylese de film, “aybalam”ın Azerice olduğunu bilecek kadar Azerbaycan TV
izledim çocukluğumda, hep de güldüm eğlendim. Şimdi ise altta “He is a bad guy”
yazarken filmdeki teyzenin “Vay köpeğin evladı” sözlerine gülüyorum, salonda
anlayan az sayıda kişiden biri olmanın verdiği o garip tatmin duygusu ve
Türkiye’deki komediler gibi sözcükler üzerinden ilerleyen bir mizah anlayışı
olmasından ötürü. Film hareketli, ilginç bir film, ama fantastik detayları
olmasa daha çok sevebilirdim sanırım. Kesinlikle favorim değil, ancak ağır
tempolu bir film beklerken bu denli hareketli ve keyifli, bir yandan da
derinlik sahibi bir filmle karşılaştığım için memnunum. Türkiye’den neden böyle
filmler çıkmıyor diye, her zaman olduğu gibi, içimden geçirdiğimi de ayrıca
belirteyim.
Willem Dafoe Altın Ayı'sının yanına bir de Oscar heykelciği koyabilecek mi göreceğiz...
Willem Dafoe onur ödülünü aldı
Her yıl sinema camiasından bir ismi onurlandıran Berlin Film
Festivali’nin bu yılki onur ödülünü Willem Dafoe’nun alacağı daha önceden
duyurulmuştu. Dafoe, dün gece düzenlenen The
Hunter özel gösteriminin hemen öncesinde sinema dünyasından birçok ünlü
ismin de katıldığı naçizane bir törenle ödülünü aldı. 2007’de jüri üyesi olduğu Berlinale’den onur ödülünü alırken beraber çalıştığı
Wes Anderson da ödül töreninde küçük
bir konuşma yaptı. Kariyerine 100’den fazla film sığdıran ve şimdi de The Florida Project ile iki kere aday
olduğu Oscar Ödülleri’nden ilk defa ödülle ayrılmanın heyecanını yaşayıp
yaşamayacağını göreceğiz.