Öğrenciler okullarına, yetişkinler ise işlerinin başına
dönmüş olmalarına karşın, bir kısmını festivale başka şehir hatta başka
ülkelerden katılanların oluşturduğu yoğun bir kitle festival takibini Pazartesi
günü de sürdürdü. Ancak kalabalığın eksik olmadığı Pazartesi günü basın
mensupları adına pek de merak uyandıran bir gün değildi, zira Ana Yarışma’dan Utøya 22. juli, 3 Tage in Quiberon, 7 Days in
Entebb, Ang Panahon ng Halimaw filmlerinin gösterildiği Pazartesi günü
birçoklarının ilgisini çekmedi.
Kaja bir yandan hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da kız kardeşi Emilie'i bulmaya çalışıyor...
22 Temmuz 2011’i unutmadık!
Utøya 22. juli ne
bir biyografi, ne de tarih sahnesinden bir kesit. Utøya 22. juli bir hafıza filmi. 22 Temmuz 2011 tarihinde önce Oslo’da
ardından da Oslo’nun hemen dışındaki Utøya
adasında gerçekleşen saldırıları kendi yarattığı kurgusal karakterler
üzerinden anlatan ve neler yaşandığını kafasında canlandıramayanlara, 72
dakikalık katliamın ne denli bir trajedi olduğunu gösteriyor. Hatırlayanlar
vardır, 22 Temmuz 2011’de önce Oslo’da belediye binalarının hemen dışında bir
patlama yaşanmış, sonrasında ise Utøya adasında
gençlik kampında olan 500 kadar öğrenciye silahla saldırılmıştı. Birçok kişinin
yaralandığı, bir çok kişinin hayatını kaybettiği hadisede travma geçirenlerin
sayısı ise yüzlerceydi. Film ise bir taraftan saldırganlardan (o an
saldırganların birden fazla olduğunu düşünüyor) kaçan bir taraftan da kız
kardeşini bulup onun güvenliğinden emin olmak isteyen Kaja’nın hikayesini
anlatıyor. Hayatım boyunca izlediğim en gerilimli şey olabilir.
1976 yılında
kaçırılan Air France uçağının hikayesi
1976 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı militanlar,
iki Alman devrimcinin de yardımıyla Tel Aviv’den Paris yönüne giden Air
France uçağını kaçırmıştı. Yunanistan’daki
aktarmanın ardından kaçırılan uçak önce Libya’ya ardından da Uganda’ya Entebbe
Havalimanına götürülmüştü. 248 yolcu ve 12 kişilik mürettebattan oluşan
rehineler, 7 günlük tutukluluğun ardından İsrail Ordusu’nun gece yarısı
gönderdiği bir ekiple kurtarılmıştı. 7
Days in Entebbe filmi de o gün neler yaşandığını ve eylemcilerin
motivasyonlarını, operasyonun perde arkasıyla birlikte anlatıyor. Ancak dürüst
olmak gerekirse Brezilyalı yönetmen José Padilha, Filistin – İsrail ilişkilerine
yabancı biri olmasına karşın fazla tarafsız kalıyor, kimseyi gücendirmeme
korkusunu filme yansıtıyor. Hareketli, seyri keyifli filmin festivalde hiçbir
şansı olmadığı ise aşikâr. Daniel Brühl’e
de ayrıca tebrikler, 2016’daki Alone in
Berlin’den sonra yine festival kalibresiyle uzaktan yakından alakası
olmayan bir filmle Berlinale’ye katılma cesaretini göstermiş…
Romy Scheider (Marie Bäumer) Robert'in kamerasına poz veriyor.
Sanki bir gazetecilik filmi, ama değil gibi de…
3 Tage in Quiberon, Altın
Küre adaylığı bulunan Avusturya doğumlu aktris Romy Schneider’in son röportajını anlatıyor. 1955 yapımı Sissi filminde Sissi’yi canlandıran ve
bu rolüyle şöhret kazanan, ancak hep de bu rolüyle hatırlanan Schneider’in rehabilitasyon
için gittiği Quiberon’da Stern muhabirine verdiği röportajda kendi sorunlarını
ilk kez bu denli dile getiriyor. Filmde bir yandan Schneider’in özel meselelerini,
bir yandan fotoğrafçı arkadaşı/sevgilisi Robert ile ilişkisini izliyoruz, bir
diğer yandan ise gazeteci Michael Jürgs
ile olan mücadelesine tanıklık ediyoruz. Jürgs’ün hangi tarafta yer aldığını
bir türlü kestiremediğimiz yavaş tempolu ancak akıcı bu tarih kesitinde Romy
Schneider’i ise Marie Bäumer canlandırıyor. Ancak dürüst olayım, filmin Romy Schneider'i mi yoksa gazeteci Michael Jürgs'ün ahlak anlayışını mı anlatmaya çalıştığını anlayamadım, sanırım yönetmen de pek karar verememiş neyi anlatacağına...