Berlinale Günlüğü: Yaşasın sinema!

Berlinale Günlüğü: Yaşasın sinema!

Festivalin dördüncü günü benim için hiç de iyi başlamadı. Filmden çıkıp odama vardıktan sonra saatlerce birikmiş yazılarla uğraştıktım ve sonunda ne oldu, sabah saat 9:00’da başlayan gösterimi kaçırdım. Bu da yetmezmiş gibi 12:00’daki filme geldiğimde yanımdan ayırmamam gereken basın kartımı evde unuttuğumu fark ettim, gidip alana kadar da saat 12’yi çoktan geçmişti. Yarışmanın merak ettiğim La prière (The Prayer) ve Figlia mia (Daughter of Mine) filmlerini izleyememiş olsam da dürüst olmak gerekirse en azından kendime geldim.

Basın odasında mesai yoğun, her yer kablo.


Pazar Pazar festival mi olur?
Dürüst olmak gerekirse 10 günlük festivalin her gününe yarışma filmlerini sığdırmak bana biraz saçma geliyor. Sonuçta bu filmleri izleyip yazı yetiştirmeye çalışanlar da insan, değil mi? Sanıyorlar ki her kurum zengin, herkes en az 2-3 kişi gönderiyor festivale… Belki de insanları yıpratmak ve seçkin bir kesimi ağırlamak için yapıyorlar, kim bilir? (Gerçi bunu pek sanmıyorum, Cannes ve başka festivallerden duyduğum hikayelere göre Berlin Film Festivali basına en çok değer veren festivallerden biri. Ama bu duruma bir çözüm getirilmesi de şart!)

Toppen av ingenting: Bu neydi şimdi?
Bugün izlediğim tek film (sabah evde izlediğim Florence Foster Jenkins’i saymazsam tabi…) İsveç sineması örneklerinden Toppen av ingenting / The Real Estate oldu. Kağıt üzerinde 88 koltukta ise 8888 dakika olan filme dair söylemem gereken ilk şey, çıkanlar. Salonu terk edenlerin sayısı terk etmeyenlerden fazladır muhtemelen. Konuşanlar, telefon açanlar, uyuyanlar hatta içi geçip horlayanlar… Filme gelecek olursak, daha sonra daha detaylı bir inceleme yazacağım ama kısacası babası ölen ve babasından kendisine bir apartman kalan Nojet’in hikayesini izliyoruz. Yurt dışında yaşayan bu yalnız kadın memlekete döndüğünde ise apartmanın iyi yönetilmediğini görüyor, bu yükten kurtulmak için de satmaya karar veriyor. Sonrası ise… Sonrası biraz karışık, neyi nereye bağlayacağını bilemiyor insan. İzlediğim filmler arasında açık ara ödüle en uzak olan filmdi Toppen av ingenting, Ana Yarışma kategorisine kesinlik yakışmıyor…

4 katlı Cinemaxx'taki kalabalık... Sanki bedava baklava dağıtıyorlar...


Yaşasın sinema!
Perşembe başlayan festivalin ilk günü oldukça sakindi, zira gösterimlerin hepsi basına özel olunca ve bu gösterimler de sabah 9:00’da değil daha makul saatlerde başlayınca ortada bir hengame yoktu. Cuma günü hareketlenmeye başladı, Cumartesi günü yeterli kalabalık vardı derken Pazar günü sinema salonları doldu.  9 salonunu Berlinale’ye ayıran Cinemaxx’ta iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık vardı, bilet kuyruklarından bahsetmiyorum bile! (Bu kuyrukların nedeni ne derseniz, biletler numarasız, o yüzden meraklısının, iyi yerden izlemek isteyeninin 30-60 dakika arası kuyruk beklemesi gerekiyor.) İnsan buradaki yoğunluğu görünce imreniyor, keşke bizim salınlar da böyle dolar diyor, İstanbul Film Festivali’nde ne kadar dolacak, göreceğiz.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER