Festivalin dördüncü günü benim için hiç de iyi başlamadı.
Filmden çıkıp odama vardıktan sonra saatlerce birikmiş yazılarla uğraştıktım ve
sonunda ne oldu, sabah saat 9:00’da başlayan gösterimi kaçırdım. Bu da
yetmezmiş gibi 12:00’daki filme geldiğimde yanımdan ayırmamam gereken basın
kartımı evde unuttuğumu fark ettim, gidip alana kadar da saat 12’yi çoktan
geçmişti. Yarışmanın merak ettiğim La
prière (The Prayer) ve Figlia mia
(Daughter of Mine) filmlerini izleyememiş olsam da dürüst olmak gerekirse
en azından kendime geldim.
Basın odasında mesai yoğun, her yer kablo.
Pazar Pazar festival mi olur? Dürüst olmak gerekirse 10 günlük festivalin her gününe yarışma filmlerini sığdırmak bana biraz saçma geliyor. Sonuçta bu filmleri
izleyip yazı yetiştirmeye çalışanlar da insan, değil mi? Sanıyorlar ki her
kurum zengin, herkes en az 2-3 kişi gönderiyor festivale… Belki de insanları
yıpratmak ve seçkin bir kesimi ağırlamak için yapıyorlar, kim bilir? (Gerçi bunu
pek sanmıyorum, Cannes ve başka festivallerden duyduğum hikayelere göre Berlin
Film Festivali basına en çok değer veren festivallerden biri. Ama bu duruma bir
çözüm getirilmesi de şart!)
Toppen av ingenting: Bu neydi şimdi?
Bugün izlediğim tek film (sabah evde izlediğim Florence Foster Jenkins’i saymazsam tabi…)
İsveç sineması örneklerinden Toppen av
ingenting / The Real Estate oldu. Kağıt üzerinde 88 koltukta ise 8888
dakika olan filme dair söylemem gereken ilk şey, çıkanlar. Salonu terk
edenlerin sayısı terk etmeyenlerden fazladır muhtemelen. Konuşanlar, telefon
açanlar, uyuyanlar hatta içi geçip horlayanlar… Filme gelecek olursak, daha
sonra daha detaylı bir inceleme yazacağım ama kısacası babası ölen ve
babasından kendisine bir apartman kalan Nojet’in hikayesini izliyoruz. Yurt
dışında yaşayan bu yalnız kadın memlekete döndüğünde ise apartmanın iyi
yönetilmediğini görüyor, bu yükten kurtulmak için de satmaya karar veriyor.
Sonrası ise… Sonrası biraz karışık, neyi nereye bağlayacağını bilemiyor insan.
İzlediğim filmler arasında açık ara ödüle en uzak olan filmdi Toppen av ingenting, Ana Yarışma
kategorisine kesinlik yakışmıyor…
4 katlı Cinemaxx'taki kalabalık... Sanki bedava baklava dağıtıyorlar...
Yaşasın sinema!Perşembe başlayan festivalin ilk günü oldukça sakindi, zira
gösterimlerin hepsi basına özel olunca ve bu gösterimler de sabah 9:00’da değil
daha makul saatlerde başlayınca ortada bir hengame yoktu. Cuma günü
hareketlenmeye başladı, Cumartesi günü yeterli kalabalık vardı derken Pazar
günü sinema salonları doldu. 9 salonunu
Berlinale’ye ayıran Cinemaxx’ta iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık vardı,
bilet kuyruklarından bahsetmiyorum bile! (Bu kuyrukların nedeni ne derseniz,
biletler numarasız, o yüzden meraklısının, iyi yerden izlemek isteyeninin 30-60
dakika arası kuyruk beklemesi gerekiyor.) İnsan buradaki yoğunluğu görünce
imreniyor, keşke bizim salınlar da böyle dolar diyor, İstanbul Film Festivali’nde
ne kadar dolacak, göreceğiz.