Sofra Sırları: Herkesin bir hikayesi var

Sofra Sırları: Herkesin bir hikayesi var
Sinemadan iyi bir film izleyip çıkmak kadar keyifli bir şey var mı, emin değilim? Emin olduğum tek şey, bir süredir salonu bu kadar ağzım kulaklarımda terk etmediğim.

Sinemayla olan bağımın basit bir beğeniden aşka döndüğü yıllar, 17 yaşımdayım. O zamanlar da yönetmenlere değil, senaristliğe takığım. Hikaye, her şeyden önce geliyor bende. Hala öyle. Anlat İstanbul diye bir film izlemişim, çıldırmış, üst üste birkaç gün sinemaya tekrar koşmuşum, yanımda her seferinde başka insanlar sürükleyerek. Ümit Ünal sevgim o filme dayanıyor yani. Öncesi, sonrası bir kenara; bu sevgiye Ara’yı eklemişiz sonra, Nar’ı da… Ses ve Gölgesizler de bir kenarda, fena değiller.

Demet Evgar’a olan büyük hayranlığım da ne tesadüftür ki, aynı yıla dayanıyor. Banyo diye bir film izlemişim; sevip sevmemeye bir türlü karar veremeyeceğim kadar acayip bir şey. Ama bir oyuncu var, Aslı ile Kerem’den, 7 Numara’dan tanıyorum ama burada bir başka. Sonra, Beyza’nın Kadınları geliyor. Ama vizyona girdiği haliyle, DVD için akıl almaz biçimde kesilip biçildiği haliyle değil. Aklımı alıyor Evgar. İlk defa, kendi dilimi konuşan bir oyuncu beni bu kadar etkilemiş. “Seninki dergiye kapak olmuş,” diye alıp geliyor annem, o derece.

Bu kadar nostalji yeter, gelelim günümüze. Bu kadar uzun girizgah boşa değildi, laf salatasından hoşlanmadığımı beni okuyanlar bilir zaten. Bu iki çok sevdiğim ismin bir araya geleceğini duyduğumdaki heyecanım aklınızda canlansın, filme ne kadar yüksek krediyle girdiğimi anlayın, derdim bu.

Sofra Sırları’nı, Kayhan’ın boş koltuklara oynadığı, belli ki epey vizyonlu dağıtım planı yapılan Cinemaximum diyarlarında, daha dün beş milyon seyirciye ulaşmış bir oyuncunun yeni filminin mahkum edildiği küçücük bir salonda, tıklım tıkış izleyip topluca oksijensiz kaldık. Biliyorum, bilet bulamayanlar oldu, geri çevrildiler. Sadece birkaçımız gülüp, diğerlerimiz sıkılmadı; hep beraber eğlendik. Ki ilginçtir, kara mizahın seyirciye ne kadar geçirilemeyebileceğini yakın zamanda Ölümlü Dünya’da görmüş, salondaki çekirge sesleriyle baş başa filmi dudağımız kıvrılmadan izlemiştik. Sorun kara mizahın anlaşılamamasında değil, yapılamamasındaymış, bir kere daha gördüm.

Neslihan’ın hayallerine sığınarak hayatta kaldığı, sonra orayı daha çok sevince kendi dünyasını yakıp yıktığı bir hikaye anlatılıyor filmde. Aslında bir tek Neslihan’ın değil, herkesin bir hikayesi var. Anlatıp duruyorlar, belki birazı yalan, belki çoğu doğru, kim bilir? Ama sor, sorma… Anlatıyorlar. Neslihan da anlatıyor. Ona soran yok ama, fark bu. Önemi var mı? Neslihan olmadığına karar vermiş, ben de onu destekliyorum sanırım. Perdede çok absürt şeylere tanık oluyorsunuz, ama size absürtmüş gibi sunulmuyorlar. Soluk, karanlık renkler her şeyin gerçek olduğunu bağırıyor. Arada “Bak, istesem ne kadar saçmalayabilirim,” diye çalım atıyor size hain senarist, “sakın bunu yapma,” diye dertleniyorsunuz. “Sakın o yola girme, bir çuval inciri berbat etme.” Girmiyor neyse ki. Hikayesinin de, karakterlerinin de kontrolü tamamen elinde; oyun yapıyor aklı sıra.

Her şey kusursuz değil elbette. Bazı sahnelerde, Neslihan’ın deyimiyle, kızıştırmak gerekirken ocağın altı biraz kısık kalmış. Metin tek bir virgülü değişmeden, kurgudaki fazlalık alınarak çok daha etkili olabilirmiş bu yerlerde. Ümit Ünal, çıkacağını hissettirdiği yüksek noktalara bir türlü uzanmamış, halinden memnun aynı seviyede kalmayı tercih etmiş. Ben olsam etmezdim mesela, sanırım ortada ok varken önünde sonunda yaydan ve yoldan çıkacağına alıştırıldığımdan. Özel efektlerin devreye girdiği bir yer var mesela, keşke girmeseydi, Neslihan’da kalsaydık sadece. Keşke, Komiser’i biraz daha tanısaydık, biraz daha Neslihan kedisinin faresi olsaydı, biraz daha süründürseydik. Bir de, kaçınılmaz olarak, ekipte Demet Evgar ve Alican Yücesoy varken bazı yan roller kontrastın ağırlığı altında ezilivermiş, üzülerek not düşeyim.

Filmden çok mutlu ayrıldığımı zaten baştan söyledim. Ümit Ünal iyi bir yönetmen, ama ondan çok daha iyi bir senarist. Bu fikrim de pekişti. Bence Demet Evgar, bu ülkenin en iyi oyuncusu da diyebilirim, açık ve net bir şekilde. Aslında böyle cümlelerden hiç hoşlanmam ama; hakikaten bu film Amerika’da yapılsa, şu an bu eleştiride En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ından bahsediyor olurdum.

Son not: Ülkede fragman kesilemiyor diye söylenip duruyorum ya, buyurun size kesilebilmişi… Afiyet olsun.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER