Cem Yılmaz’ın Yahşi Batı’sı ile Ali Baba ve Yedi Cüceler filmlerini birleştirdiğinizde karşınıza çıkacak bu sentezi Damsel olarak nitelendirebilirsiniz. En azından mizah anlamında
yerli izleyiciye Cem Yılmaz’ı sıkça
hatırlatan bir film Damsel. Bunu yalnızca ben söylemiyorum, filmi burada,
Berlin’de izleyen bir başka sinema yazarı Kerem Akça da söylüyor, en azından Yahşi Batı benzerliği konusunda.
Damsel’i yalnızca
bu iki filmle anlatmak, bundan ibaret kılmak ne kadar mümkündür bilmem. En
azından benim için bir komedi olmaktan daha öte bir film Damsel, anlatımıyla fark yarattığını çekinmeden söyleyebileceğim
bir film. Ardı ardına esprilere, aksiyona, komedi filmlerinin o hızlı temposuna
alışık bizim sabırsız insanımız için ilk bakışta sıkıcı gelebilir, kabul etmek
gerekli. Zira salonda diğer basın mensuplarının güldüğü sahneleri hatırıma
getirdikçe espri anlayışlarımız arasındaki farkı daha da net görüyorum, bizim
komikten ziyade ciddi bulacağımız şeyleri, yeterince komik olduğunu düşünmediğimiz
sahneleri kahkahalar eşliğinde (ki bu sahneler bir adamın bakışı, duruşu, yüzündeki
bir ifade olabilir) izliyorlar. Mesele komik olmaması değil, bizim kendimizi o
adamla özdeşleştirebiliyor, bir bağ kurabiliyor oluşumuz, onların ise o adama “oraya
ait olmayan” olarak bakması. Kalıpların dışında bir karakter olması ya da o
güne dek karşılarına çıkmamış bir “detay” olmasına gülüyorlar yalnızca.
Bizlerse esprileri, kelime oyunlarını, göndermeleri ve karşındakini cevapsız
bırakmayı daha çok seviyoruz, filmde anlatılan karakteri kendimizle, sokakta
gördüğümüz gerçeklerle özdeşleştirdiğimiz içindir bu belki de.
Penelope rolünde Mia Wasikowska
Damsel’ın farkı,
yani Cem Yılmaz’dan farkı komedi
içine yerleştirmiş olduğu karakter. Bir karakter komedisi değil, insanı
güldüren karakterin davranışları, söylemleri değil Damsel’da. Aksine hallerine gülüyoruz, durumun kendisine. Alışık
olmadığımız bir karakterin, karakterlerin karşımıza çıkıyor olmasına, o sıra-dışılığa
gülüyoruz. Ancak iyi bir komedide, Molière’in
“Cimri”sinde olduğu üzere bir dram
var her şeyin özünde. Başroldeki adam her ne kadar bizlerin güldüğü, komik
bulduğu adam gibi görünse de merkezdeki hikaye hayatın kendisi, Amerika’daki “Altına
Hücum’un, batıya göçün, yeni bir hayat kurma çabasının, Amerikan Rüyası’nın
kendisi. Bir Fareler ve İnsanlar var
sanki karşımızda, aynı karanlık yapıda değil elbette, sonu o denli hüzünlü,
vurucu, düşündürücü değil, ancak genel hatlarıyla evet, modernleştirilmiş
gerçek bir komedi sunuyor Damsel bizlere.
Sevmekte, alışmakta güçlük çektiğim Robert Pattinson’ın bana kendini, oyunculuğunu yavaş yavaş
sevdirdiği yeni filmlerinden biri Damsel,
gerçi onun filmi olduğunu söylemek de pek doğru değil, zira o yalnızca başrolü
üstlenmiş bir yardımcı oyuncu. Aynı Mia
Wasikowska’nın dümeni eline alması gibi, aynı David Zellner’in canlandırdığı gölgeler içinde kalan, hep üçüncü ya
da dördüncü planda bırakılan Henry karakteri gibi. Başrol bu filmde hayatın
kendisi, gerçekliğin komedisi ve aynı zamanda da trajedisi… Festivalin en
beğenilen filmlerinden biri değil belki ancak kesinlikle en kayda değer
yapımları arasında yer alıyor. “Western kadını” kalıplarını yıkımı,
alışılageldiğimiz kahramanlar yerine Vahşi Batı’nın vatandaşları üzerinden
ilerliyor olmasıyla gerçekten de dikkate değer bir yapım. Ödül şansı çok olmasa
dahi festivalin iz bırakacak filmlerinden.