Başka çaren yok yüreğim, dik duracaksın...

Genel olarak Ömer ile ilgili beni rahatsız eden şey kendini sorgularkenki ruh hali. Evet, polis olduğu için dedim ama onun ötesinde kendinden hesap sorarken “nasıl görmedim, nasıl anlamadım” demesi beni rahatsız ediyor. Bu nasıl görmedim kalıbında beni rahatsız eden bir şey var: Kendinden gereğinden fazlasını beklemek gibi bir şey galiba. Elif daha çok hata yaptığını bilen ama hatalarına sahip çıkan biri iken Ömer hataları ile yüzleşemiyor.

Elif bize hatırlatmıştı ya, “en büyük günah kibirdir” diye. Ömer bunu unutuyor zaman zaman. Ve kendinden çok emin her defasında Tayyar’ın üstüne gidiyor. Her defasında Tayyar’ın hata yapacağından o kadar emin ki kendi gardını düşürüyor ve hata yapıyor. Bulduğu her ipucu ile olayı “kesin” çözdüğüne bu kadar emin olan Ömer, Tayyar’ın kollarının ne kadar uzun olabileceğini umarım sonunda öğrenir. 

 Öfkeliyse kimseler tutamaz onu.

Ömer’in şöyle bir kötü huyu var, öfkelendiği zaman acı konuşuyor. Ömer’i yaşadığı acılar daha da keskinleştiriyor. Kendisine bu kadar kızarken, bu zamana kadar sadece ölülere sorular sora bilirken, karşısında kanlı canlı ve tüm hataları ile duran insanlara kusuyor tüm hıncını. Karşısında sevdiği de olsa, kendi kafasında kurduğu dünyadan, yine kendi bulduğu sonuçlar doğrultusunda karşısındakini dinlemeden çok deli davranıyor ve akabinde “ders” de veriyor. Bu zamana kadar bunu Arda’ya yaptı (Elif onu ilk öptüğü zaman Arda'nın imalı konuşması üzerine), mezarında Sibel’e yaptı (Sibel'in kurye olduğunu öğrendiğinde), Elif’e yaptı (hapishane önündeki karşılaşmalarında).

Ömer'in bu huyu kendince iyi bir şey de olabilir: İçinde kalacağına söyle gitsin! Sonradan geç kalınıp söylendiğinde bir anlamı kalmayacağına, içimde kalıp beni şişireceğine söyleyip, yüzleşirim. Bu Ömer’in mottosu gibi. Ancak konuşurken arada bir sussa, karşısındakini dinlese fena olmaz. Ömer kendi zayıflığını göstermemek (çünkü Ömer de korkuyor) adına kızgınlığı ile dikkatleri başka yöne çekiyor. 

Ömer'in hayatının anlamı nedir diye sorsalar, şu dört şeydir derim: ailesi, arkadaşları, aşkı ve işi. İşinin hayatının nasıl bir parçası olduğundan bahsettik. Peki ya arkadaşları ve ailesi? Ömer için arkadaş demek kardeş demek. Onları sadece devresi olarak görmüyor. Hayatını emanet edecek kadar yakın görüyor. Bir sırrı olduğu zaman gidip içini kuyulara dökmüyor. Bir çay demliyor, simit alıyor ve arkadaşlarının kapısını çalıyor. Çay onları kesmezse, söylediği türkülerle içini onlara döküyor. Öyle ki Pelo için Ömer'in kelimeleri kullanmasına bile gerek yok. Bir bakışından anlıyor Ömer'in neler hissettiğini. Arda ise Ömer için bir ayna. Ömer'in ne kadar canını yakacağını bilse bile O'nu korumak adına gerçekleri ondan saklamıyor. 

 O ellerin kimlerin katili olduğunu öğrenince ne olacak?

Ömer’in aklından bile geçmiyor, aile dediğin kutsal yerde bir hinlik olabileceği. Elif’e dedi ya “sevdiklerin kırılma noktalarındır.” diye. Ömer için Hüseyin bu dünyadaki tek güvenilir liman, sığınak. Her şey yanlış olabilir ama Hüseyin tek doğru. Baba Demir öldükten sonra, Ömer polis olmak için aileden giderken, aileye ve Ömer’e sahip çıkan, onları ulu bir çınar gibi kökleri ile bir arada tutan kişi ağabeyi Hüseyin olmuş. Aile içerisinde olanları her türlü affetmeye hazır. Demet’in hırsızlığında, Melike’nin dilinin yarattığı sorunlarda olduğu gibi. Çocuklara ayrı bayılıyor.

Ancak Ömer'in hayatında tek yıkılmaması gereken şey var o da güven. Yalanlara dayanamıyor. Bu yalan ailesinden gelirse daha da kahroluyor. Arda Ömer’in aklına Hüseyin ile ilgili şüphe tohumlarını attı. Hüseyin’i öğrenince kaç yerinden kırılacak acaba? O parçaların her biri cam gibi kalbine battıkça nefes alabilecek mi? İlerleyen bölümlerde Ömer'i büyük bir hesaplaşma ve sorgulama bekliyor. Yukarıda da dediğim gibi kaçıp içine kapanıp, eldeki kanıtları inceleyeceğinden korkuyorum. Umarım bu sefer kaçtığı yere Elif'i de götürür. Zira Hüseyin'in ihanetini tek başına kaldıramaz gibi. 
 

 





BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER