Oyunun benim için en büyük sürprizi, Maşa karakteriyle
Gonca Vuslateri oldu. Okurken Maşa’yı benimseyememişim, onu fark ettim. Gonca
Vuslateri, elinde içki şişesiyle oradan oraya savrulan ümitsiz aşık Maşa’yı
şahane yorumlamış. Hatta bunu bir Çiğdem Erken bestesiyle de taçlandırmış, mis
gibi olmuş.
Fırat Tanış’ın karizması Trigorin’e çok yakışmış,
şeytan tüyünü metrelerce öteden hissedebiliyorsunuz. Sevmiyorsunuz Trigorin’i,
çünkü Nina’yı da Arkadina’yı da alıyor Kostya’nın elinden, ama neden
sevildiğini de anlayabiliyorsunuz.
Yukarıda bahsettiğim komedi ruhu oyunun her yerine azar
azar serpiştirilmiş. Komedi ayağını Medvedenko (Kayhan Açıkgöz) ve Şamrayev
(Cem Cücenoğlu) karakterleri yürütüyor. Özellikle Kayhan Açıkgöz,
Medvedenko’nun kompleksli yapısını çok şirin bir yolla aktarmış, tadı
damağınızda kalıyor. Çapkın doktor Dorn ve onun yasak aşkı, Maşa’nın annesi
Polina’da Serdar Orçin ve Sevil Akı’yı izlemek ise büyük bir zevk. Zaten Serdar
Orçin ve Sevil Akı’yı izlemek her zaman büyük bir zevktir.
2014 yılından beri “En Genç Afifeli” ünvanını
kimselere kaptırmayan Ecem Uzun, heyecanlı ve hayalperest genç kızımız Nina’yı
tatlı tatlı taşımış. Son tiradında ise Nina’nın buhranıyla beraber (evet, hazır
olun, o benzetmeyi yapıyorum) bir martı gibi yükseliyor sahnede. Nina’dan
hazzetmeyen benim bile içime oturdu, kendimi ona üzülürken buldum. Ecem’i
sahnede ilk kez izliyorum, bundan sonra da peşini bırakmıyorum ama Nina’yı hala
sevmiyorum. Sevmeyeceğim. Konu kilit.
Boran Kuzum, intihara meyilli Kostya’nın sessiz sakin
ama çabuk parlayan mizacının kıvamını tutturmuş; dozunu kaçırmadan, usul usul
yürütüyor oyununu. Okurken de izlerken de favorim olan, Arkadina’nın Kostya’nın
sargılarını değiştirdiği sahnede ise ezilmiyor, Tilbe Saran’ın karşısında
dimdik duruyor.
Bu arada Kuzum, konservatuvardan mezun olduğundan bu
yana ilk kez sahneye çıkmış. Heyecanı gözlerinden okunuyordu. Bunu bilerek
izlediğiniz zaman, oyunun sonunda yüzünde dev bir gülümsemeyle selam verirken
ister istemez bir anne gururu çöküyor üstünüze. İlk adımını çok güzel atmış, dilerim
her bir sahnesi bir öncekinden daha iyi olur.

Lakin bir Tilbe Saran gerçeği var ki, bir bu yazı
kadar daha övsem sıkılmayacağım. Oyunda kimse fire vermiyor, kimsenin karakteri
üzerinde sırıtmıyor ama asaleti kendinden önde giden Arkadina’nın yerine Tilbe
Saran’dan başkasını asla koyamıyorum. Çünkü kadın tam bir kraliçe! Sahneye
girdiği andan itibaren hipnoz olmuş gibi o nereye giderse o tarafa
çekiliyorsunuz. Bir yandan bu kadar bencil ve kendini beğenmiş olduğu için
Arkadina’ya kızıyor, bir yandan da Tilbe Saran’ın yaşadığı döneme denk
geldiğiniz için şansınıza şükrediyorsunuz. Ayağa kalkıp “ÇOK GÜZELSİNİZ!” diye
bağıramadığım için, içimdeki enerjiyi oyun bitiminde kendi kendime “ALLAHIM
TİLBE SARAN ÇOK GÜZEL!” diye bağırarak boşaltmak durumunda kaldım.

Müzikler Çiğdem Erken’e emanet ve oyuna theremin
isimli, Martı’nın ruhuna cuk oturan,
ayrıca kesinlikle büyülü olduğuna inandığım bir müzik aleti eşlik ediyor.
Müziklerle ilgili bir sıkıntım yok ama sesten biraz şikayet edeceğim. Sahnenin
360 derece tasarlanmasından mı, mekanın akustiğinden mi, oyunculardan mı
kaynaklı bilmiyorum ama bazı sahnelerde ses her yere ulaşmıyordu. Mesela
Kostya, sahnenin benim olduğum tarafında duruyor ama bana sırtı dönük diyelim.
Karşı taraf, onun sesini benden daha iyi duydu ve bunu birden fazla kere
yaşadık. Benim için tek sıkıntı buydu. Oyunun sonunda Tilbe Saran, Zorlu’nun
sahnesinde çok prova yapma imkanları olmadığını söylemişti, o yüzden
gözlerinden kaçmış olabilir. Düzelmeyecek bir şey değil tabii, nazar boncuğu
olsun.

Velhasılıkelam, geçtiğimiz 13 paragraf boyunca belki
fark etmemişsinizdir diye söylüyorum, ben Martı’yı
çok sevdim! Kendi adıma oyuna biraz gergin başladım (sanırım onlar da öyle) ama
sonunda o kocaman ve her ferdinin gözleri ışıl ışıl ekibin selamını alınca
hepsi geçti. Tatlısınız Pürtelaş Tiyatro, alkışınız bol olsun!
Martı, sezon boyunca Zorlu PSM ve DasDas'ta oynamaya devam edecek. Biletler hafiften ışık hızıyla tükeniyor, kaçırmayın derim. Şimdiden iyi seyirler! ^^