Muhteşem Yüzyıl Kösem: Vakit terk-i diyar vaktidir

“Ey ölüm gel de al beni şimdi. Tam vaktidir has bahçemde yürümenin, Kevser ırmağında yıkanmanın ey ölüm nerdesin? Bu toz bu kan gölünde kendi kıyametimi bekler dururum. Mahşer yerindeyim sanki. Gözleri yok mu elleri nerde ölümün? Kanlı bir mezarlık hey hat. Nereye baksam ayaklarıma dolanıyor ölüm. Aç gözlerini Murat aç! Bu kopan tufan senin eserin. Mezarlığa git de kerpicin altına bak. Kalk düştüğün yerden ayağa kalk. Ben Sultan Murat, karşısında aciz kullarının dilinin lal, gözlerinin ağma olduğu, yüreklerinin korkudan buz tuttuğu merhametime sığınmak için önüme diz çöktüğü Murat. Vicdanımı savuruyorum toprağa karışsın, filizlensin diye. Korku kaftanını çekip attım vücudumdan. Kana bulanmaktan da zalim olarak anılmaktan da korkmuyorum.”
 
Eşi “Farya”, yoldaşı “Silahtar” evlatları “Selim ve Süleyman” öldürüldü. Kardeşleri Bayezid ve Kasım'ın idam fermanlarını kendi elleriyle verdi. 26 bölüm boyunca muhtemelen en çok duyduğumuz söz “Kimsin sen?”dir. O kadar karışmıştır ki roller birbirine o kadar birbirlerine bağlı bir o kadar da uzaktırlar ki. Herkes “Devlet-i aliyye’nin bekası için” der ancak her yaptıkları ile Devlet-i aliyye’yi biraz daha öldürürler. Kösem’in evlatlarım için dediği her şey onları bir adım daha ölüme yaklaştırdı ve ölüme yaklaşan evlatların fermanını vermek Sultan Murat’a kaldı.
 
Muzaffer bir padişah oldu. İsmi altın harflerle kazındı. İnsanlar O’nun önünde el pençe divan durdular. Ancak o yalnızdı, yaralıydı. 26. bölümde kalbindeki derin yara izini gösterdi Sultan Murat bizlere “ Musa Melek Çelebi” yi. İlk sırdaşını, yol arkadaşını tanıttı. Hayallerini, planlarını, dostluklarını, yarenliklerini anlattı. Sonra da bunun Validesi tarafından devlet işlerinden uzak durması için yapılmış bir oyun olduğunu öğrenişinden ve yine Validesinin can yoldaşını isyancıların önüne atışından bahsetti. İlk yarası buydu işte Sultan Murat’ın. İlk tereddüdü, validesine karşı ilk güvensizliği. “Benim göremediğim, tahayyül edemediğim tek tehlike sendin Valide. Sana olan sevgim ama etti beni. Onca vakit uçuruma sürmüşüm ben meğer atımı.” diyecek kadar kırgındı O’na. Hatta “sen bir hastalıksın” diyecek kadar öfkeli.
 
“İcap ederse hanedanı kuruturum yine de sana bırakmam bu devleti” dediğinde sadece öfke vardı sesinde ve gözlerinde. Sırf validesine olan öfkesi yüzünden hanedanı yok edecekti. En azından böyle gözüküyordu, herkes böyle düşünüyordu. Ancak Sultan Murat’ın içindeki “Murat” hala hayattaydı. Yaralıydı ama hala nefes alıyordu. Atike’nin karşısına dikilip İbrahim’in yerini sorduğunda Murat konuşuyordu. “Görmüyor musun? Onun tek felaketi tahta çıkması ölmesi değil. Osman abimi, Mustafa amcamı, beni görüyor musun? Bizim en büyük felaketimiz validemin hırsı. Biz hepimiz validemin hırslarının kurbanıyız. Atike, İbrahim’i de aynı bataklığa çekecek yapma.”
 
Ne söylerse söylesin ne yaparsa yapsın ister sürsün ister mahkûm etsin Sultan Murat Validesine tutkundu. En çok O’na güvendi, en çok O’ndan yaralandı. İster Firavun olsun, ister Musa; Sultan Murat celladına aşıktı. Ne yaptıysa o gurur duysun, “oğlum” deyip elini yanağına koysun, O’nu sevsin diye yaptı.
 

 
“Ben sana sesimi hiç duyuramadım. Bir kez olsun gurur duymadın benle. Ben senin gözünde bir padişah olamadım. Oysa şu cihanda senden daha kıymetli biri yoktu benim için.”
 
İşte buydu hasta yatağında Validesine söylediği hayatının özeti sözler. Kösem Sultan’a göre ise “Bana ait bir ruh” diyordu Sultan Murat’a. “Bu bizi hem birbirimize bağladı hem de ayrı düşürdü.
 
“Ey Sultan Murat
 
Sen dört kanatlı bir kuşsun. İstersen ta göklere kadar uçar gidersin. Sen nerden geldin bunu hiç aklına getiriyor musun? Ötelere gitmek, göklere divan kurmak, göklere yücelmek elindeyken sen evinin damına çıkmak için merdiven telaşına kapılmışsın.
 
Ömrün, yaşamın ölümle sona ereceğini sanma vücudun ölür fakat sende bulunan hakiki ben, ilahi emanet ölmez. Çünkü sen Hakk’ın sıfatlarında yaratılmışsın. Allah’a ne son vardır ne hudut.
 
Ben sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, padişah-ı cihan, fatih-i Bağdat Sultan Murat Han. Benim bütün hayatım kâinatın acı ve sert hakikatlerine hükmeden bir hükümdarın şairane rüyasıdır.”

 
 
Sultan Murat ölüme dahi annesinin kollarında kavuştu. Has bahçesinde validesinin yanında huzur buldu. Bunların ne kadarı doğru ne kadarı değil, ne kadarı abartı ne kadarı gerçeğin yanında az bile kalır orası ayrı ben sadece 26 bölüm boyunca izlediğimiz Sultan Murat’ı yazmak istedim. Şimdi Topkapı Sarayı’na gidip Revan ve Bağdat Köşkleri’ne tekrar bakmak lazım. Bu sefer Sultan Murat’ı düşünerek tekrar bakmak lazım.
 
Metin Akdülger’e balkonda gözüktüğü ilk andan yatakta gözlerinden bir damla yaşla son bulan son ana kadar izlettirdiği şahane performans için çok teşekkür etmeliyim. Bağdat Seferi çekimlerinde üç tendonunun koptuğunu okuduğumda hiç şaşırmadım. O kadar içinde, o kadar Sultan Murat’tı ki 26 bölüm izlemek az geldi. Karda çekilen Bergama Kalesi kuşatması, Firavun ve Musa’nın karşılaştığı o efsane bölüm, Bağdat Seferi, veda bölümü ve niceleri hepsi müthiş bir emeğin eseriydi ve izlemek de o derece keyifliydi. 

Herkese çok teşekkürler…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER