Muhteşem Yüzyıl Kösem: Vakit terk-i diyar vaktidir

“Nefes al Murat şu kan kokusunu içine çek. Ruhunu esir alan her neyse işte bu genzine dolan kokuda gizlidir yahut korkuda. Neden korkuyorsun Murat? Ölümden mi, ölümün nasıl kimden geleceğinden mi? Nedir seni en çok korkutan? Gücünü, iktidarını kaybedip merhum abin Sultan Osman gibi kulların tarafından vahşice katledilmek mi yoksa divane amcan Sultan Mustafa gibi dört duvarın arasına hapsedilip aklını yitirmek mi? İbret al Murat, onlarla aynı kaderi yaşamak istemiyorsan ibret al. Hep tetikte ol. Sevgiye güvenme. Sevgiyle nefret arasında cılız bir nehir vardır. Bir gün kurur gider. En sevdiğin dahi düşman olur. Sadakati seni sevende değil, senden korkanda bulursun. En güvenli liman odur. O limandan ayrılma Murat. Korkularına esir olup ümitsizce sevilmeyi bekleme. Onları bir zırh gibi kuşan. Korkunun bizzat kendisi ol.”
 
O zaman karar verdi Murat, “Sultan Murat” olmaya, eşitliğin “Sultan Murat” aleyhine bozulmasına. “Murat” ın dibe çökmesine müsaade etti. O büyük yangında “Sadece payitahtı değil merhametini de yakmışlardı.”  İlk dönüm noktası buydu. Bundan sonra adalet için, mücahit bir hükümdar olmak için çalıştı. Yasaklar koydu, sınırlar çizdi, tebdili kıyafet gezip ahaliyi kendi teftiş etti. Kimsenin gözünün yaşına bakmadı. Kimseye iltimas gösterilmedi. Her kuralında, her adımında karşısında hep validesi durdu. İlk engel olan, ilk karşı çıkan Kösem Sultandı. “Böyle giderse ahalinin sevgisini tümden kaybedeceksin.” diyordu. “Hangi ahali Validem, rahmetli abim Sultan Osman’ın elini kolunu bağlayıp sokaklarda dolaştıran ahali mi? Benim onların sevgisine ihtiyacım yok. Ben göklerden gelen hüküm neyse ona razıyım. Ya kazanacağım ya kaybedeceğim.” Sultan Murat için durum bundan ibaretti işte. 

 
 
Ancak Validesi O’nun en zayıf yanıydı. Yanına gelip “Oğlum, devletlüm” deyip elini yanağına koyduğunda akan sular dururdu. Gözleri, Validesinin gözlerine kilitlenir ve sakinleşirdi. O ve kardeşleri için canını siper eden askerin, ahalinin önünde cesaretle duran, “Mühim olan sensin, mühim olan senin hayatta kalman” diyen Validesiydi o. Valide Kösem Sultan’dı. Annesiydi, can parçasıydı. Onu koruyan, kollayan, kanatlarının altında büyütendi. Ne söylüyorsa muhakkak O’nun iyiliği içindi.
 
Ölüm, Sultan Murat’ın en büyük imtihanlarından biriydi lakin. Öyle ki verdiği kararlar önce Gevherhan Sultan’ın daha sonra da Ayşe Sultan ve evlatlarının ölümüne neden oldu. “Ölüm bazen karşıma bir kardeş olarak çıkıyor bazen bir evlat olarak çıkıyor. Sanki elinde görünmez bir kılıç var ne vakit başımı kaldırsam canımdan can kopartıyor. Sonra bir akbaba gibi göğsüme çöküyor, etimi dişliyor lime lime ediyor. Ben, tüm genzim kan doluyor validem ve ben ölüyorum kendi kanımda boğuluyorum.”
 
Sultan Murat verdiği kararlarla sınanıyordu. Ahengin diğer parçası durmadan O’na söylenen sözleri fısıldıyordu kulağına;  “Aldığın kararlar sevdiklerine zarar veriyor artık en başta da kendine farkında değilsin kabul etmiyorsun fakat sen aslında kendinle kavga ediyorsun.” “Evlatlarımı yanımda götürüyorum onları senin öfkene kurban etmeyeceğim. Zira biliyorum ki bir gün gelecek ve sen sevdiğin herkesi yok edeceksin.” “Sizin en büyük düşmanınız bizatihi kendiniz. Bu öfkeniz yüzünden sırf siz değil devlette hanedanda derin bir uçuruma sürükleniyor.”

 
 
Kayboldu Sultan Murat. Şimdiye kadar yaptığı, söylediği her şey birbirine dolandı. Onca ölüm emri, onca söz, onca öfke, sevgi… Hepsi birdi, hepsi karmaşık. İyi de kötü de iç içeydi şimdi. Bunların içinde kayboldu Murat. Bu bilinmezde abisi Sultan Osman çıkageldi. Artık davranışlarının sebebini anladığı hatta hak vermeye başladığı abisi. “Şüphesiz ki böyle bir kudret firavunlar doğurur. Lakin unutma her firavunda kendi Musa’sıyla birlikte doğar. Saltanat dediğin işte bu ikisinin kavgasından ibarettir. Mesele şu sen hangisi olacaksın. Tüm kullarım bir olup kıydılar bana. Kimseye güvenme, etrafındaki herkes fitne, fesat içinde. Kuyunu kazacaklar. Zinhar zaaf gösterme. Halime bak da ibret al. Aksi halde benim gibi üryan kalırsın.”

 
 
Sonra o kâhin belirdi karşısında “Kimi görmek istiyorsanız O’nu görmüşsünüz.” diyordu, “İstikbalde ne olduğunu kaderinizi öğrenmek ister misiniz?” “Kim benim en büyük düşmanım?” diye sordu Sultan Murat “Rüyalarınıza giren siyah atlı O’nu bulun hünkarım O’nu bulun.” Siyah atlıyı buldu Murat. Tam karşısındaydı işte en büyük düşmanı “Sultan Murat”. “Sustur bu sesleri Murat zinhar söyletme. Bunlar seni kandırmaya çalışıyorlar. Ben senin düşmanın değilim, kavgan benle değil olamaz. Ben Sultan Murat’ım. Cihan padişahıyım. Herkesin her şeyin üzerindeyim. Bu tabiatın, bu alemin dışındayım. Yalnızca Allah’a hesap veririm. Lakin onlar alelade birer âdemoğlu. Üzülürler, korkarlar, kırılırlar, kıskanırlar, acı çekerler. Herkese hesap veren birer zavallı onlar. Kurtul onlardan Murat. Seni onlar gibi yapan her şeyi öldür ve bu bataklığa göm.”
 
Ahengi oluşturan diğer parçayı, kulağına insanların uyarılarını fısıldayan yanını bataklığa gömdü. “Murat”ın “Sultan Murat”la beraber yaşayamayacağını anlayınca O’nu sonsuza kadar susturmayı seçti.
 
Bu Sultan Murat’ın son evresiydi işte. Artık karşımızda bir “Padişah” duruyordu. Bu tabiat, bu dünyanın dışında yalnızca Allah’a hesap veren bir padişah. Yeni yasaklar getirdi, yeni kurallar koydu. “Önemli olan kahve ya da tütün değil önemli olan kullarım yasaklarıma uyuyor mu?” diyordu. Önemli olan mutlak itaatti artık.  

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER