Çoğumuzun bildiği üzere Rüzgar Erkoçlar yirmi altı yıllık hayatında büyük bir cesaret örneği göstererek ve pek çok zorlukla başa çıkarak cinsiyet değişikliği ameliyatı geçirdi. Yaşadığı bütün süreç, pek çok sansasyonla birlikte, gözümüzün önünde gerçekleşti. Fiziksel ve psikolojik birçok zorlukla karşılaştığı bu dönemde söylediği tek şey “Bu benim kendim olma savaşım.” cümlesiydi.
Bir insanın hayatı, hissettikleri, yaşadıkları ve yaşayacakları sadece kendini ilgilendirir; başkasının hayatı üzerinde olumsuz bir etkisi olmadığı sürece her konuda özgürdür. LGBTİ+ bireyler vardır, insanlardır, yaşıyorlardır ve hep olacaklardır. Bu konular herkes tarafından kabul edilse de edilmese de böyledir.
Bu yazıyı yazma sebebime gelecek olursak... Geçtiğimiz günlerde Hülya Avşar’ın Star TV’de sunuculuğunu yaptığı Bir Hülya Avşar Sohbeti programına konuk olan Rüzgar Erkoçlar yaptığı açıklamalarla büyük bir üzüntü ve şaşkınlık yarattı. Kullandığı kelimeler bir insan olarak beni yaraladı, seyirci olarak ise birçok soruyla baş başa bıraktı.
Öncelikle; yaşadığı dönemin onda birine şahidimdir ya da değilimdir, ne tür zorluklarla mücadele etmek zorunda kaldığını hayal bile edemem ve attığı adımın büyüklüğünün farkındayım. Program boyunca söylediği her kelimeyi dikkatle dinledim; kalp kırmak ve sınırlarını korumak ile ilgili endişelerini, hassasiyetini anlıyorum ve niyetimin asla ama asla bir insanın –ne kendisinin ne ailesinin ne de başka bir kimsenin- canını yakmak olmadığını açıkça belirtmek istiyorum. Ama böyle bir konuşma ve üslup asla beklediğim bir şey değildi.
Hülya Avşar, hepimizin bildiği üzere birçok kişinin sormaktan çekineceği ya da sormak istemeyeceği sorular sorabilen ve bu soruları sorabiliyor olmaktan asla gocunmayan bir kadın. Uzun yıllardır televizyonda ancak bu noktada kullandığı dille ilgili bir rahatsızlığım var. Evet, toplumdaki bir kesimin konuyla ilgili düşüncelerini tamamen karşılayan ve merak ettiği noktalara değinen sorular hazırlamış. Örneğin; “Çocuğun olacak mı?” diye soruyor konuğuna ve bu televizyondaki insanların çoğunun cesaret edemeyeceği veya yanlış anlaşılma konusunda sıkıntı yaşayacağı bir soru. Ancak bu noktada kullanılan dil bütün tadı tuzu bozuyor.
2017 Türkiye’sinde kendi olma savaşını veren onlarca insan varken cinsiyetçi bir dille, toplumsal cinsiyet rollerinin sınırlamaları üzerinde tepinerek yapılan her konuşma, kurulan her cümle, atılan her adım beni biraz daha üzüyor. Hele de bunları insanlara hitap edebilecek, ağızlarından çıkan her harfin aynı saniye içinde milyonlara ulaşabilecek kişiler tarafından yapılıyor olması geleceğe dair umutlarım kırıyor.
Eşit eğitim, çalışma, yaşama hakkını ülkenin ve dünyanın dört bir yanına anlatmaya çalışırken karşımıza çıkan bu örneklerle umutsuzluğa kapılmadan edemiyorum.
Yazı devam ediyor.