Kiralık Aşk; Sevdaya dair haller eşliğinde repliklerin büyüsü 2

7. bölüme geldiğimizde Ömer’in üzüntüden hasta olup yüreğinin yangını vücuduna yayılmışken Defne’nin acil bakımı gelir. “Aaa ateşiniz mi var sizin? Olur mu canım bayağı bildiğin yanıyorsunuz. Ömer Bey siz eski hayatınızda Sat Komandosu muydunuz? O ne alaka ya. Onlar da hissediyorlar böyle  düşman askerinin yaklaştığını tak diye açarlar böyle gözlerini iyi etkisiz hale getirmediniz beni”
 
Defne’nin yaptığı çorbaya elleriyle sıktığı limon Ömer’in geçmişine bir yolculuk yapıp annesini hatırlamasına vesile olur. Annesi ona “ O şifa limonda değil onu sıkan ellerdedir”  demiştir. Ömer’ i böyle görmenin verdiği üzüntüyle Caaanım Defnem Ömer’le şunları konuşur.
 
Ben sizi böyle görmeye hiç alışkın değilim gerçekten çok üzüldüm halinize ama bu sırf klima işi değil ben size söyleyeyim. Başka ne olacak ki. Valla ben ne zaman hasta olsam ananem tepeme biner insan öyle durduk yere hasta olmaz falan der. Niye böyle ağzını arıyor. Çünkü insanın ruhu hastalanmadan bedeni yatağa düşmezmiş yani o öyle söylüyor bence de öyle. Ruhumuzla bedenimiz ayrı değil ki bir yani. Biri hasta olmadan öbürü yatağa düşmüyor. Öyle demek Ruhum hasta düştü neden peki sence? Ayakkabı falan yıprattı sizi. Yıprattı tabii”
 
Defaatle diyeceğimiz gibi o kadar farkında değil ki kendinin Defnecik gene Sinan yüzünden bir açmazın içine düşerler. Ömer’in yanlış anlaması Defne’ye şunları demesine sebep olur.
 
Şirket çatısı altında böyle duygusal ilişkilerin yaşanmasını doğru bulmuyorum ya da sıcak bakmıyorum diyelim”  Defnecik de olayı başka bir mecrada anlayınca olanlar olur hüzün bulutları daha yoğun olarak üzerimize yağmaya devam eder. Bir gülersek bin ağlamakta KİRALIK AŞK sevdasına dahilmiş meğer.
 
Defnecik Ömer'in kendine haddini bildirdiğini düşünürken “Sakın ağlama Defne şimdi değil al işte sana haddini bildirdi. Benimle boşuna  ilgilenme dedi sana. Sende bundan sonra haddini bileceksin “  diyerek ayakta kalmaya çalışır.
 
Geldik o iddiaların havada uçuştuğu Sinan’la Ömer’in basketbol maçı sahnesine. Her izlediğimde Ömer’in yaşadığı aklını mı kalbini mi seçmesi gerektiği duygusu hakim olur bende. Yanlış anlamaların içinde olunca insan nasıl da dünyayı farklı algılıyor.Bir yanda Sinan bir yanda toz konduramadığı yüreğinin sahibi Defne ve bir yanda gururu. Arafta ki çırpınışları hem Defne’yi hem Ömer’i harabe olmuş yüreklere savuruyor.Bu mücadelenin kazananı kimse olmayacaktır aslında.Birbirinin içine doğru akan yürekleri elbet hazine gibi saklayacağım günlere gebedir. Ömer’in nefesini kesen anlardan bir an için sıyrılmak üzere gittiği dağ evine Sadri Ustamı çağırır ve bize şu replikler armağan edilir.
 
Dökül bakayım sen neden kaçıyorsun. İlla demen şart değil ki belli ya bir şey eksik hayatından ya da çok fazla ya da her ikiside. Fazla gibi görünen şey aslında eksik olandı belki de. O zaman izin ver be yavrucum akışına bırak bırak taşlar yerine otursun. Usta ben bugüne kadar kapalı tuttum kapılarımı kendi dünyamda yaşadım kimseye ihtiyaç duymadım kendimle yetinerek. Şimdi o gizli kapılar aralanıyor diyorsun yani hem de senin iznin olmadan. Kim aralıyor acaba o kapıları? “
 
Şiddetli bir rüzgar çıkar ve ortalığı toza dumana katar aslında rüzgar seçimini yapmıştır çoktan aşkın ve sevdanın önünde boynun kıldan ince olmalıdır diyerek.
 
Nöro'nun teknik taktik argümanlarının sonu gelmeyecektir Necmi’nin “ Hepsinin kıskançlıktan gözlerinin belir belir belermesini küçük dillerinin kıvır kıvır kıvrılmasını taa tepelerinden aşağıya kadar sinir edilmesini ve hepsinin kalplerinin öyle şıkışarak çatur çutut çatlamasını istiyoruz manyağız ya biz” derken Rezene Mine’ye davet hazırlamanın inceliklerini paylaşır
 
Hayattaki tek ve önemli şey statüdür. İnsanlara derecelerine göre davranırız. Onları bir yerlere davet etmek ehemmiyet verdiğini gösterir. Onlarda sosyal hayatta kendilerini önemli bir konumda hissederler bir sosyal ortamda her zaman kazanan olmak istiyorsan ev sahibi olacaksın. Deplasmanda olmak seni her zaman 1-0 mağlup başlatır. Davetler sen de olacak herkesi her zaman çağırmayacaksın on and off değerini bilsinler kıvransınlar. Yemekler hep çok lezzetli ve bil hasla pahalı olmalı bir şeyi sadece sende yemeliler böylece sen demek lezzet demek sen demek kalite demek olur. Misafir ağırlarken de giyimin çabasız olmalı hem manyak gibi pahalı ve ulaşılmaz hem de biz zaten evde hep böyle giyiniriz ne var ki havasında I’AM NERİMAN İPLİKÇİ ŞOV ZAMANI”
 
Böyle insanlarla aynı dünya da nefes aldığıma inanmak istemiyorum. Bu kadar uçuk halli insanların var olduğunu bilsem de dünyanın dönmesine vesile olan insanların bunlar değil de Defne ve Ömer gibi temiz ve ruhu kirlenmemiş insanlar çok olduğu için döndüğüne inancım tam.
 
En iyi susarak anlayan Sadri Ustam “ Bazen o hapishaneden dışarı çıkıp söylenmek istiyor o laflar o sözcükler Ömer insanlara ne kadar muhtaç olursam onlardan kaçma ihtiyacım o kadar artıyordu Sabahattin Ali imdadıma yetişti diyorsun. Senle de kaçak dövüşülmüyor be ustam. Rüzgar bi durulsun taşlar yerine bir otursun yaparız tekrar fırtınaya çevirmesin görücez ustacım görücez. Ömer bak yavrum rüzgar öyle korkulcak bir şey değil bazen de kapılmak gerek o rüzgara. Sen de bırak kendini belki de seni doğru bir yere savurur”
 
Başımıza ileri de ne işler açacak olan PROUST’UN ALBERTİNE KAYIP kitabı ile tanış oluruz o bol rüzgarlı dağ evinde. Çocukluktan kalma travmalarını yalnızlığı seçerek aşmaya çalışan Ömer İplikçi’ye hayat yeni bir ders daha verme hazırlığına girmiştir çoktan. AŞKIN önünde sevdanın cilt cilt yazıldığı gözlerde kimsenin durdurmaya gücü yetmez hatta AŞIKLARIN kendi akılları bile bu güce yenilmek zorundadır. Çünkü masalımızda sevdaya dair bir sürü girdaplı dolambaçlı yollara şahit olacağız hep birlikte.
 
Ben genelde dinlemem, dinlediği mi de anlamam , anladığımı da yanlış anlarım zaten." diyen kendini bilmenin de takdire şayan bir durum olduğunun tespitidir zannımca Necmi İplikçi.
 
Nöro'nun partisinde tekrar karşılaşan bizim çılgın aşıklar özlemin de araya girmesiyle Defne’nin ağzından “ Ömer Bey ben sizi çok özledim” dökülür doğallık ve samimiyet dolu bir şekilde. “Yani şirkette gittiniz tabi kaç gündür yoktunuz böyle herkes tepeme tepeme ee şirkette sizsiz işler çok zor ilerliyor arayan soran bir sürü ama hiç merak etmeyin ben herkese Roma’ya gitti dedim. Roma’ya mı? Necmi’nin masaya çağırmasıyla konuşma burada sonlanır. Defne’nin masada o kocaman lokmayı neden bir defada attığına hala bir anlam veremesem de parmakların su sayesinde usulca birleşmesi anını ve şu replikleri hep hatırlayacağım
 
Ömer Bey'le çalışmak kolay değil tabi çünkü çok mükemmeliyetçi bir insan. İşte bana da arada geliyorlar öyle biraz takıntılı ama napacaksınız sonuçta patron . Defne de iyi bir asistan yani olma yolunda daha öğreneceği çok şey var tabii olacak yavaş yavaş. Ömer oğlum evlenmemiş adam gergin olur ve ne alakası var canım ne gerginliği”
 
Neriman’ın ateşin altına odun atıyorum diyerek Ömer’e söylediği replikler “Ömer bak bu Defne senden hoşlanıyor. Yani masa örtümüz çok pahalı olmasa şuraya yazardım anlarım ben deme di deme. Yani hayatım anlarım ben senden hoşlanıyor sen ona baktığın zaman gözlerinin içine bakamıyor şöyle hemen bir gözünü kaçırıyor AŞK böyledir aman senden etkilenmeyecekte kimden etkilenecek canım. Yok yok ben anlarım iyi de bir kız biliyor musun ben bu işe yanayım ben sevdim bu kızı benden onay var yani yürü yürü”
 
Partiden dönerken hayata karşı keskin çizgileri olan bu adamı canım Şükrü Abimiz sayesinde bir şok daha bekler “Bu arada Sabo’nun çok selamı var. Beğenmiş mi kitabı diye soruyor. Ben söyledim Ömer Beyedi o kitap diye. Hangi kitap o. Aşk ve Gurur ilk baskısı. Defne aramış bulamamıştı ben onu Sabo’ya göndermiştim. Eee işte kızcağızın parası da çıkışmamış kitap karşılığında Sabo’nun bütün raflarını baştan aşağıya düzenlemek durumunda kalmış. 1951 Hasan Ali Yücel çevirisinden bahsediyoruz dimi Guru ve Önyargı. Aynen Ömer Bey Defne’nin size aldığı kitaptan bahsediyorum.”
 
Bahçe kapısında düşünürken Esra yani namı-diğer Ekmekarası yanaşır ablasının yanına.
 
Napıyorsun abla. Farklı bir açıdan hayatıma bakarsam belki bir çözüm bulurum diye öyle oturuyorum. Yine ne var ki hayatında. Ah ekmekarası öyle şahane bir soru sordun ki ne yok ki. Biraz karışık galiba. Büyüyünce ne oluyor biliyor musun? Her şeyi yapabileceğini zannediyorsun sonuçta yetişkin oldun tabii kocamansın büyüdün böyle her şeyi halledicem sanıp dalıyorsun bir maceraya. Sonra o macera ayağına dolanıyor böyle bataklığa saplanıyorsun içinden bir türlü çıkamıyorsun. Sonra keşke böyle çocuk kalsaydım diyorsun. Büyükler çocuk olmaya mı özeniyor yani. Her zaman değil böyle köşeye sıkıştıkları zaman. Peki seni kim köşeye sıkıştırdı. Kendi kendime sıkıştım bana yasak olduğu halde hayaller kurup durdum. Eee sonra. Hayallerime haddini bildirdiler. Dünyanın en yüksek uçurumundan kendimi aşağıya düşüyormuş gibi hissediyorum. Tutunacak hiçbir şey yok düşüp duruyorum sadece. Ama insan sonsuza kadar düşmez dimi. Acaba ben ne zaman çakılacağım yere. Üzülme abla belki bir süper kahraman gelip seni kurtarır ümidini kesme.”
 
Kafasında netleşen sorulara cevaplar bulmak için mahalleye gelen Ömer Defne’ye sorar fonda çalan FARKETMEDEN şarkısının eşliğinde
 
Bana o kitabı sen mi aldın? Gurur ve Önyargı 1951 basımı. Nerden biliyorsunuz? Şükrü anlattı her şeyi. Evet ben aldım. Bide karşılığında Sabo’nun raflarını mı temizledin? Üff Şükrü Abi . Temizledin mi? Evet . Peki neden kitabı bana Yasemin verdi neden? Söyleyemem. Lütfen söyle. Defne niye ağlıyorsun? Defne yüzüme bak. Ben bir şeyleri yanlış mı anlıyorum öğrenmek istiyorum sadece. Yanlış anlamıyorsunuz. Ben dinliyorum “

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER