7. bölüme geldiğimizde Ömer’in üzüntüden hasta olup yüreğinin
yangını vücuduna yayılmışken Defne’nin acil bakımı gelir. “Aaa ateşiniz mi var sizin? Olur
mu canım bayağı bildiğin yanıyorsunuz. Ömer Bey siz eski hayatınızda Sat
Komandosu muydunuz? O ne alaka ya. Onlar da hissediyorlar böyle düşman askerinin yaklaştığını tak diye
açarlar böyle gözlerini iyi etkisiz hale getirmediniz beni”
Defne’nin yaptığı çorbaya elleriyle sıktığı limon Ömer’in
geçmişine bir yolculuk yapıp annesini hatırlamasına vesile olur. Annesi ona “ O
şifa limonda değil onu sıkan ellerdedir” demiştir. Ömer’ i böyle görmenin verdiği
üzüntüyle Caaanım Defnem Ömer’le şunları konuşur.
“Ben sizi böyle görmeye hiç alışkın değilim gerçekten çok üzüldüm
halinize ama bu sırf klima işi değil ben size söyleyeyim. Başka ne olacak ki.
Valla ben ne zaman hasta olsam ananem tepeme biner insan öyle durduk yere hasta
olmaz falan der. Niye böyle ağzını arıyor. Çünkü insanın ruhu hastalanmadan
bedeni yatağa düşmezmiş yani o öyle söylüyor bence de öyle. Ruhumuzla bedenimiz
ayrı değil ki bir yani. Biri hasta olmadan öbürü yatağa düşmüyor. Öyle demek Ruhum
hasta düştü neden peki sence? Ayakkabı falan yıprattı sizi. Yıprattı tabii”
Defaatle diyeceğimiz gibi o kadar farkında değil ki kendinin
Defnecik gene Sinan yüzünden bir açmazın içine düşerler. Ömer’in yanlış anlaması Defne’ye şunları
demesine sebep olur.
“Şirket çatısı altında böyle duygusal ilişkilerin yaşanmasını doğru
bulmuyorum ya da sıcak bakmıyorum diyelim” Defnecik de olayı başka bir mecrada anlayınca
olanlar olur hüzün bulutları daha yoğun olarak üzerimize yağmaya devam eder.
Bir gülersek bin ağlamakta KİRALIK AŞK sevdasına dahilmiş meğer.
Defnecik Ömer'in kendine haddini bildirdiğini düşünürken “Sakın
ağlama Defne şimdi değil al işte sana haddini bildirdi. Benimle boşuna ilgilenme dedi sana. Sende bundan sonra
haddini bileceksin “ diyerek ayakta
kalmaya çalışır.
Geldik o iddiaların havada uçuştuğu Sinan’la Ömer’in
basketbol maçı sahnesine. Her izlediğimde Ömer’in yaşadığı aklını mı kalbini mi
seçmesi gerektiği duygusu hakim olur bende. Yanlış anlamaların içinde olunca
insan nasıl da dünyayı farklı algılıyor.Bir yanda Sinan bir yanda toz
konduramadığı yüreğinin sahibi Defne ve bir yanda gururu. Arafta ki
çırpınışları hem Defne’yi hem Ömer’i harabe olmuş yüreklere savuruyor.Bu
mücadelenin kazananı kimse olmayacaktır aslında.Birbirinin içine doğru akan
yürekleri elbet hazine gibi saklayacağım günlere gebedir. Ömer’in nefesini
kesen anlardan bir an için sıyrılmak üzere gittiği dağ evine Sadri Ustamı
çağırır ve bize şu replikler armağan edilir.
“Dökül bakayım sen neden kaçıyorsun. İlla demen şart değil ki belli ya
bir şey eksik hayatından ya da çok fazla ya da her ikiside. Fazla gibi görünen
şey aslında eksik olandı belki de. O zaman izin ver be yavrucum akışına bırak
bırak taşlar yerine otursun. Usta ben bugüne kadar kapalı tuttum kapılarımı
kendi dünyamda yaşadım kimseye ihtiyaç duymadım kendimle yetinerek. Şimdi o
gizli kapılar aralanıyor diyorsun yani hem de senin iznin olmadan. Kim aralıyor
acaba o kapıları? “
Şiddetli bir rüzgar çıkar ve ortalığı toza dumana katar
aslında rüzgar seçimini yapmıştır çoktan aşkın ve sevdanın önünde boynun kıldan
ince olmalıdır diyerek.
Nöro'nun teknik taktik argümanlarının sonu gelmeyecektir
Necmi’nin “ Hepsinin kıskançlıktan gözlerinin belir belir belermesini küçük
dillerinin kıvır kıvır kıvrılmasını taa tepelerinden aşağıya kadar sinir edilmesini
ve hepsinin kalplerinin öyle şıkışarak çatur çutut çatlamasını istiyoruz
manyağız ya biz” derken Rezene Mine’ye davet hazırlamanın inceliklerini
paylaşır
“Hayattaki tek ve önemli şey statüdür. İnsanlara derecelerine göre
davranırız. Onları bir yerlere davet etmek ehemmiyet verdiğini gösterir.
Onlarda sosyal hayatta kendilerini önemli bir konumda hissederler bir sosyal
ortamda her zaman kazanan olmak istiyorsan ev sahibi olacaksın. Deplasmanda
olmak seni her zaman 1-0 mağlup başlatır. Davetler sen de olacak herkesi her
zaman çağırmayacaksın on and off değerini bilsinler kıvransınlar. Yemekler hep
çok lezzetli ve bil hasla pahalı olmalı bir şeyi sadece sende yemeliler böylece
sen demek lezzet demek sen demek kalite demek olur. Misafir ağırlarken de
giyimin çabasız olmalı hem manyak gibi pahalı ve ulaşılmaz hem de biz zaten
evde hep böyle giyiniriz ne var ki havasında I’AM NERİMAN İPLİKÇİ ŞOV ZAMANI”
Böyle insanlarla aynı dünya da nefes aldığıma inanmak
istemiyorum. Bu kadar uçuk halli insanların var olduğunu bilsem de dünyanın
dönmesine vesile olan insanların bunlar değil de Defne ve Ömer gibi temiz ve
ruhu kirlenmemiş insanlar çok olduğu için döndüğüne inancım tam.
En iyi susarak anlayan Sadri Ustam “ Bazen o hapishaneden dışarı
çıkıp söylenmek istiyor o laflar o sözcükler Ömer insanlara ne kadar muhtaç
olursam onlardan kaçma ihtiyacım o kadar artıyordu Sabahattin Ali imdadıma
yetişti diyorsun. Senle de kaçak dövüşülmüyor be ustam. Rüzgar bi durulsun
taşlar yerine bir otursun yaparız tekrar fırtınaya çevirmesin görücez ustacım
görücez. Ömer bak yavrum rüzgar öyle korkulcak bir şey değil bazen de kapılmak
gerek o rüzgara. Sen de bırak kendini belki de seni doğru bir yere savurur”
Başımıza ileri de ne işler açacak olan PROUST’UN ALBERTİNE
KAYIP kitabı ile tanış oluruz o bol rüzgarlı dağ evinde. Çocukluktan kalma
travmalarını yalnızlığı seçerek aşmaya çalışan Ömer İplikçi’ye hayat yeni bir
ders daha verme hazırlığına girmiştir çoktan. AŞKIN önünde sevdanın cilt cilt
yazıldığı gözlerde kimsenin durdurmaya gücü yetmez hatta AŞIKLARIN kendi
akılları bile bu güce yenilmek zorundadır. Çünkü masalımızda sevdaya dair bir
sürü girdaplı dolambaçlı yollara şahit olacağız hep birlikte.
“Ben genelde dinlemem, dinlediği mi de anlamam , anladığımı da yanlış
anlarım zaten." diyen kendini bilmenin de takdire şayan bir durum
olduğunun tespitidir zannımca Necmi İplikçi.
Nöro'nun partisinde tekrar karşılaşan bizim çılgın aşıklar
özlemin de araya girmesiyle Defne’nin ağzından “ Ömer Bey ben sizi çok özledim” dökülür
doğallık ve samimiyet dolu bir şekilde. “Yani şirkette gittiniz tabi kaç gündür
yoktunuz böyle herkes tepeme tepeme ee şirkette sizsiz işler çok zor ilerliyor
arayan soran bir sürü ama hiç merak etmeyin ben herkese Roma’ya gitti dedim.
Roma’ya mı? Necmi’nin masaya çağırmasıyla konuşma burada sonlanır.
Defne’nin masada o kocaman lokmayı neden bir defada attığına hala bir anlam
veremesem de parmakların su sayesinde usulca birleşmesi anını ve şu replikleri
hep hatırlayacağım
“Ömer Bey'le çalışmak kolay değil tabi çünkü çok mükemmeliyetçi bir
insan. İşte bana da arada geliyorlar öyle biraz takıntılı ama napacaksınız
sonuçta patron . Defne de iyi bir asistan yani olma yolunda daha öğreneceği çok
şey var tabii olacak yavaş yavaş. Ömer oğlum evlenmemiş adam gergin olur ve ne
alakası var canım ne gerginliği”
Neriman’ın ateşin altına odun atıyorum diyerek Ömer’e
söylediği replikler “Ömer bak bu Defne senden hoşlanıyor. Yani
masa örtümüz çok pahalı olmasa şuraya yazardım anlarım ben deme di deme. Yani
hayatım anlarım ben senden hoşlanıyor sen ona baktığın zaman gözlerinin içine
bakamıyor şöyle hemen bir gözünü kaçırıyor AŞK böyledir aman senden
etkilenmeyecekte kimden etkilenecek canım. Yok yok ben anlarım iyi de bir kız
biliyor musun ben bu işe yanayım ben sevdim bu kızı benden onay var yani yürü
yürü”
Partiden dönerken hayata karşı keskin çizgileri olan bu
adamı canım Şükrü Abimiz sayesinde bir şok daha bekler “Bu arada Sabo’nun çok selamı var.
Beğenmiş mi kitabı diye soruyor. Ben söyledim Ömer Beyedi o kitap diye. Hangi
kitap o. Aşk ve Gurur ilk baskısı. Defne aramış bulamamıştı ben onu Sabo’ya
göndermiştim. Eee işte kızcağızın parası da çıkışmamış kitap karşılığında
Sabo’nun bütün raflarını baştan aşağıya düzenlemek durumunda kalmış. 1951 Hasan
Ali Yücel çevirisinden bahsediyoruz dimi Guru ve Önyargı. Aynen Ömer Bey
Defne’nin size aldığı kitaptan bahsediyorum.”
Bahçe kapısında düşünürken Esra yani namı-diğer Ekmekarası
yanaşır ablasının yanına.
“Napıyorsun abla. Farklı bir açıdan hayatıma bakarsam belki bir çözüm
bulurum diye öyle oturuyorum. Yine ne var ki hayatında. Ah ekmekarası öyle
şahane bir soru sordun ki ne yok ki. Biraz karışık galiba. Büyüyünce ne oluyor
biliyor musun? Her şeyi yapabileceğini zannediyorsun sonuçta yetişkin oldun tabii
kocamansın büyüdün böyle her şeyi halledicem sanıp dalıyorsun bir maceraya.
Sonra o macera ayağına dolanıyor böyle bataklığa saplanıyorsun içinden bir
türlü çıkamıyorsun. Sonra keşke böyle çocuk kalsaydım diyorsun. Büyükler çocuk
olmaya mı özeniyor yani. Her zaman değil böyle köşeye sıkıştıkları zaman. Peki
seni kim köşeye sıkıştırdı. Kendi kendime sıkıştım bana yasak olduğu halde
hayaller kurup durdum. Eee sonra. Hayallerime haddini bildirdiler. Dünyanın en
yüksek uçurumundan kendimi aşağıya düşüyormuş gibi hissediyorum. Tutunacak
hiçbir şey yok düşüp duruyorum sadece. Ama insan sonsuza kadar düşmez dimi.
Acaba ben ne zaman çakılacağım yere. Üzülme abla belki bir süper kahraman gelip
seni kurtarır ümidini kesme.”
Kafasında netleşen sorulara cevaplar bulmak için mahalleye
gelen Ömer Defne’ye sorar fonda çalan FARKETMEDEN şarkısının eşliğinde
“ Bana o kitabı sen mi aldın? Gurur ve Önyargı
1951 basımı. Nerden biliyorsunuz? Şükrü anlattı her şeyi. Evet ben aldım. Bide
karşılığında Sabo’nun raflarını mı temizledin? Üff Şükrü Abi . Temizledin mi?
Evet . Peki neden kitabı bana Yasemin verdi neden? Söyleyemem. Lütfen söyle.
Defne niye ağlıyorsun? Defne yüzüme bak. Ben bir şeyleri yanlış mı anlıyorum
öğrenmek istiyorum sadece. Yanlış anlamıyorsunuz. Ben dinliyorum “
Yazı devam ediyor..