Merhaba,
17 Aralık akşamı Profilo Alışveriş Merkezi’nde konuşlanmış olan
Profilo Gösteri Merkezi’nde seyrettiğim Popüler Gerçek, 2016 sonbaharında prömiyer
yapan, Tiyatro istanbul ve EKİP Tiyatrosu ortak yapımı bir oyun. Baştan
söyleyeyim; gülecek ve de eğleneceksiniz.
Cem Uslu hem yazmış, hem yönetmiş, hem oynamış, Kerem Atabeyoğlu, Almıla Uluer Atabeyoğlu,
Emel Çölgeçen ve Nihal Usanmaz da kendisine sahnede güzelce eşlik etmiş.
Bundan sonrası, oyunu henüz seyretmeyenlerin hem seyir
zevkini kaçırabilecek hem de kendilerine pek bir şey ifade etmeyebilecek
ayrıntılar içerecek. (Bakınız, kendimi durdurup “spoiler” demeyerek bile oyunun
içeriğiyle ilgili minik bir ayrıntı vermiş oldum ^.^).
Oyun, Kerem Atabeyoğlu’nun (Payidar Şen olarak da hiç
paslanmamış bir şekilde) şahane canlandırdığı Zafer Bey’in müstehzi bir şekilde
değindiği üzere, kovulmaktan ölmekten daha çok korkan yığınlar oluşturan
kapitalist sistem karşısındaki âcizliğimizibir
kez daha yüzümüze vurup, ne kadar isyan etsek de bir parçası olmaktan
kaçamadığımız bu düzenin yaşamlarımızı para karşısında pul haline getirdiğini
bir kez daha hatırlatıyor. Bunu yaparken
de kaybettiğimiz değerleri, en başta da, güzelim lisanımız Türkçe'yi göz göre
göre ve bile isteye katledişimizi, bu konuyla ilgili düşündükçe kahrolanların
ve plaza dili tabir edilen “Türkilizce”den tiksinenlerin içinin yağlarını
eritircesine örneklerle anlatıyor. Zafer Bey’in sarf edilen hayat memat
meselesi onca cümle arasından düşük olanına takılmasına ve “ŞARZ DEĞİL O, ŞARJ
ŞARJ!” diye isyan etmesine can-ı gönülden katılıp, kahkaha atmayan bizden
değildir. Ancak, son tahlilde “cinnet getirmek” deyimi “cinnet geçirmek” olarak
da kullanılabilir şeklinde bir uzlaşıya varılmıştı sanki diye hatırlıyorum ben.
^.^

Virtual Turkey’in yayımladığı açıklamadaki “Laik Türkiye Cumhuriyeti”
ne saldırı detayı ve dört insanın hayatı söz konusuyken kınamadan öteye
geçilememiş olması bizleri yine en bir gündemimizden yakalamayı başarıyor. Kişisel
olarak da, arkadaşımla bir hafta evvel bomba patlatılan Beşiktaş’ta buluşup,
her daim kalabalık Zincirlikuyu’da “Acaba patlar mıyız?” diye paranoya
yaşadıktan sonra koşar adımlarla metroya kendimizi zor attığımız için,
hikâyenin sahnede seyirciye mümkün olan en yakın noktaya koyulan bir çanta
içindeki bomba etrafında dönüyor olması sebebiyle, oyunun içine olması
gerekenden daha fazla girmiş de olabilirim tabii.
Tevellüdümün yakın olduğunu tahmin ettiğim ve konuyu Google
amcaya sorarak tahminimde yanılmadığımı gördüğüm Cem Uslu, özellikle 80’lerin
sonu ve 90’ların başında çocuk olanları yakalayabilecek tespitleri, sosyal
medyayla haşır neşir ve özellikle muhalif hesaplara aşina olanlara tanıdık
gelecek ayrıntılara yaslanan cümleleri ve esprileriyle güldürmeyi başarıyor. Oyundaki
küfür ve argo kullanımı yerli yerinde ve dozunda, çoğu yeni kuşak tiyatro
oyununda şahit olduğumuzun aksine kulak tırmalamıyor.
Ancak son dönem dizi filmlerin özellikle genç izleyici
arasında popüler ettiği tabirle seyirciyi “ters köşe” yapmayı amaçlamış gibi
duran senaryonun bunu tam anlamıyla başarabildiğini düşünmüyorum. Saadet ve
Çiğdem’in kardeş çıkmaları, Çiğdem’in henüz başlangıçta yaptığı yeğenler konulu
konuşmasına çok mana yükleyemediğimiz için gerçekten şaşırtıyor. Fakat
Çiğdem’le Serhat’ın aralarında bir şey olduğu yine oyunun başındaki
konuşmalarından anlaşılabildiği için, ikilinin sevgili çıkması aynı derecede
şaşırtıcı değil. Keza iki kız kardeşin birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya
döktükleri sahnede Saadet’in kocasını aldattığı adamın Serhat olduğunun ortaya
çıkması da pek şaşırtmıyor. Ofis ortamları ve aşk-ı memnu konusu, bilindik bir
hikâye ne de olsa. Lalin’in de sadece Twitter’daki takipçi sayısıyla,
yakaladığı şirin sayısıyla hayata tutunan bir geri zekâlı olmaması gerektiğini,
hikâyenin bir yerinde patlamasını yapacağını süregiden pasifliğinden anlamak
çok da zor olmuyor. Zafer / Payidar dönüşümünü ise oyunu nihayete erdiren şartları
olgunlaştıran ve şaşırtan gelişmelerden birisi olarak sayabiliriz tabii.

Fakat oyundan yer yer alınan asıl kekremsi tat, özellikle
ikinci perdede anlatılmak istenenin çok kör göze parmak bir şekilde aktarılması
ve mesajların didaktik bir üslupla verilmiş olmasından kaynaklanıyor. Bana göre
biraz daha üstü kapalı olarak verilebilirdi bu güzel mesajlar. Öte yandan
oyunun dram kısmı da beni bir miktar sıkmadı desem yalan olur. Her hafta
sevgili değiştiren asi bir özgür ruh olarak betimlenen Çiğdem’in Serhat gibi
gıcık bir adamı haddinden fazla umursamasını yahut Saadet’in kendisine çizilen
güçlü kadın profiline çok da uymayan bir şekilde histeri krizini abartmasını
karakterlerin tam oturtulamamış olmasına mı yoksa oyunun yazarının bir erkek
olmasına mı bağlamalıyız bilemedim. Gözyaşını
seven bir toplum olduğumuz doğru, fakat AVM’ler içine hapsolmuş tiyatro
salonlarımızın dramı oyunda anlatılan kişisel dramlardan daha çok etkiledi beni
bu oyun özelinde bir kez daha.
Oyuncular birbirlerinden çok da rol çalmadan farklı
oyunculuk stillerini belli eder bir şekilde derli toplu oynuyorlar. Bu noktada belirtmek
zorundayım ki Ekim’de başlayan oyunda (Prömiyer dememek için kendini zor tutmak
^.^) tecrübeli oyuncuların repliklerini söylerlerken halen bu kadar çok
takılıyor olmaları beni şaşırttı ve biraz da üzdü. Belki de benim seyrettiğim
akşamki oyuna has bir durumdur bu. Yani öyle olmasını umuyorum.
Oyunun en çok sevdiğim ve eğlendiğim anları, sonradan Payidar’ın
bir zamanlar tiyatroda oynamış olduğunu öğrendiğimiz Çehov oyununu yerden yere vururken,
Zafer Bey’in arka arkaya kurduğu cümleleri dinlediğimiz kısımdı kesinlikle. Kerem
Atabeyoğlu’nu geçen sezon yine Emel Çölgeçen’le birlikte rol aldıkları
Şempanzeler oyununda da çok beğenmiştim. Popüler Gerçek’te de özellikle ilk
perdeyi sürükleyen oyuncu olmuş şahsi kanaatimce.
Oyunun bir diğer eleştiri konusu hepimizi esir alan
teknoloji bağımlılığıyken, teknolojinin oyunun içine başarılı bir şekilde
katılmış olması güzel ve siz plaza insanları nasıl diyorsunuz, hah, innovative
ve creative bir hamle olmuş. Diğer güzel sürprizler ise Ali İhsan Varol, Levent
Üzümcü, Uğur Dündar ve aralarda çalan çok sevdiğim Queen şarkıları.
Oyun sonunda Çehov’un yine haklı çıkması ve son anda gelen
Macbeth göndermesi ise biraz eklektik geldi bana. Hani oyunun fular seviyesini
bir tık daha yükseltelim diye yapılmış gibi. Ancak salonu dolduran seyircilerin
ne kadarı bunları fark edebildi bilemiyorum. Zira son dönemde sıklıkla
rastlanan, çoğunlukla dizilerden tanıdığı oyuncuları görmek için tiyatroya
gelen ve en dramatik sahnede bile gülecek bir şey bulmayı başaran seyirci
profili benim oyunu izlediğim salonda da mevcuttu maalesef.
Sözlerime burada son verirken, Mecidiyeköy’de kaybolmak pahasına
biletlerimizi iki hafta öncesinden satın alan, kulise kadar bana eşlik eden ve bu
yazıda daha evvel “arkadaş” kod adıyla andığım
Nazlı’ya, paldır küldür
daldığımız kulisin kapısında sanki davetliymişiz gibi kibarca bizi karşılayıp “Merhaba
ben Kerem.” diyerek elimi sıkan Kerem Atabeyoğlu’na, acele acele telefonla
konuşurken şöyle bir bakışabildiğim Almıla Uluer Atabeyoğlu’na ve tabii ki cana
yakınlığı ve samimi sohbetiyle içimizi ısıtan ve bize elleriyle çikolata (avec
le champagne ^.^) ikram eden çok sevgili Emel Çölgeçen’e teşekkür ederim.
Popüler Gerçek turnelerle de devam edecek. Gidin, görün,
düşünün, eğlenin. Sanata, edebiyata, ışığa her zamankinden daha çok ihtiyacımız
var.
Sanatla ve ışıkla kalın.
Sevgiler.
Künye
Yazan ve Yöneten: Cem Uslu
Süpervizör: Kerem Atabeyoğlu
Sahne Tasarımı: Başak Özdoğan
Işık Tasarımı: Erdem Çınar
Müzik: Orhan Enes Kuzu
Asistanlar: Birnil Sarıkaş, Balahan Gürel
Oynayanlar: Kerem Atabeyoğlu, Almıla Uluer Atabeyoğlu, Emel Çölgeçen,
Nihal Usanmaz, Cem Uslu.