Bazı kadınlar vardır, başlarına ne gelirse gelsin bir şekilde
tepelerine göçen o enkaza altından kalkabilmeyi bilirler. Belki biraz kırık
dökük olurlar ama yine de silkelenip bir şekilde devam etmenin yolunu bulurlar.
Aysel de o güçlü kadınlardan biriydi benim için.
Gökçe Bahadır’ın doğum günü sebebiyle, hayat verdiği bir
karakteri hatırlatmak, ondan bahsetmek istedim.
Her ne kadar eleştirmeye dünden razı olduğumuz bir yaşantı
sürüyor gibi görsek de çok acılı ve yaralı bir geçmişi vardı Aysel’in. İnce
topuklu pabuçları, derin dekolteleri, vücudunu saran dar kıyafetlerin ardında
kırık dökük ahşap zeminli bir evde gömülü çocukluk ve yaşayamadığı genç kızlık
hayalleri vardı.
Küçücük bir çocuktu o pis eller yüzünden kırıldığında.
Zamanda kırılan yanları törpüleneceğine daha da sivrildi ama. Yaşaması gereken
heyecanları bilmeden, kendi kendine yeni bir Aysel yarattı, o böyleydi artık. Enkazın
altından çıkabilmiş ama asla eskisi gibi yaşayamamıştı.
Görünen ve görünmeyen tüm yaralarına rağmen hayran olunası
bir karakterdi. Hatalarına rağmen sevilecek biriydi ama o hatalarına rağmen
sevmedi.
Hayatına giren tüm adamların kendisi gibi bir kusuru vardı.
Ne Ethem tamdı, ne İrfan. Sonunda İrfan’la bir yaşantı kursa da hiçbirinde
kalbinin Kadir’le çarptığı gibi çarpmadığını gördük. Onunlayken gözlerinde
oluşan o heyecan yoktu. Ama Kadir’le aralarında daha hiçbir şey yokken yaşadıkları
bir karşılaşma var ki kıvılcımların çıkış sebebi…
Ev sahibinin geciken kira için alternatif olarak öne sürdüğü
ahlaksız teklifi duyduğunda kendini savunuyorken, Kadir’in olaya müdahil olup ev
sahibini tartaklamasıyla en az seyirciler kadar şaşıran Aysel neredeyse
yanakları kızaracak şekilde sus pus olmuştu kapının eşiğinde.
Hayatın hep sillesini yemeye alışkın, kimseye pabuç
bırakmayan Aysel gitmiş onun yerine yaptığı iyilik karşısında Kadir’e teşekkür
eden “Bir şey olursa söyle yine” dediğinde “Olur, söylerim” deyip kafasını
sallayıp kabullendiğinde kendini temize çekebileceğini düşündüğü kısacık bir
anı vardı. O mutluluğu bile kendisine çok görüp mide bulantıları ile banyoya
koştuğu…
Sonraki tavırlarında yine her gördüğü yanlışın karşısında
dikildi Aysel, Kadir’in gidişi ile kurduğu hayalleri ve kalp çarpıntılarını da
onunla birlikte yolladı. Her kötülüğün üstüne hediye gibi gelen bir sevdayı da
kaybettiğinde yine yıkılmıştı.
“Dene, yenil. Yine dene daha iyi yenil.” Dediklerindeki gibi
bir daha ve bu sefer daha fazla yenildi. Çok yıkıldı. Sonra yine kalktı ayağa.
Gidenlerin ardından ağlayamayacağını, hayatın devam ettiğini kabullenip kendine
bir de yol arkadaşı bulup kalktı ayağa. Kangrenlerini ve kanserlerini bir
kenara atıp hayli eksik olsa da yaşadı.
Her eksiğine rağmen yine…
Kayıp Şehir’de Aysel’i yazan kalemler -Yıldırım Türker, Murat
Uyurkulak, Seray Şahiner, Tuğrul Eryılmaz ve Yelda Eroğlu- dahi hesaba
katmamıştı bence bunu. Aysel’in bu kadar gerçek yansıtılacağını, verdikleri her
detayı misliyle ekrandan seyirciye geçeceğini…
Gökçe Bahadır’ın hayat verdiği başka roller de var elbette
ama Aysel’in kişisel tarihimdeki yeri apayrı. Yaprak Dökümü'nde canlandırdığı Leyla'dan gördükleriyle Aysel'i bulan ekibin ve yazan ellerin emeğine sağlık. Hala daha bir sohbet esnasında
kelimelerim döner Aysel’i bulur. Zaman zaman sahnelerini açıp izler; acısını
yıkmak için parmağına dolağını saçlarını yolduğunu, buz gibi kaldırımda gecenin
bir körü oturup ağladığını, çöplerin içinde dibini gördüğü depresyon kuyusunu
kanayan yaralarını kabullenmek bantıyla sarıp yoluma devam ettiğini asla
unutamam.
Gökçe Bahadır iyi ki can verip üzerine giymiş bu karakteri.
Biz de iyi ki izleyebilmişiz…