Ahmet Gürsoy… Savcı Şevket
Gürsoy ile Doktor Selma Gürsoy’un biricik oğulları, en iyi okularda okumuş,
Lozan’da hukuk eğitimi almış, ihtisasını Londra’da tamamlamış, istikbali her
bakımdan parlak bir genç. Yasemin’in günlüğündeki tarifine göre; mağrur, muzip,
cazibeli… Geçirdiği uçak kazasına rağmen hayatı gayet yolunda. Fransız
sevgilisiyle evlilik planları yaparken, 1959 yazında genç bir kızın kendisine
aşık olduğunu öğrenmesiyle hayatı birdenbire değişiyor ve uzun yıllar da
toparlayamıyor, sanki bu aşktan önce yaşadığı sorunsuz ve güzel hayatın
diyetini öder gibi.
Benim bu dizide en çok
sevdiğim ve en çok haksızlığa uğradığına inandığım karakterdir Ahmet. Hikayenin
en masumlarından olmasına rağmen nedense hakkı pek verilmemiş, kıymeti
bilinememiştir. Halbuki bu kadar naifçe ve güzel seven bir adamın, yıllarca
mahrumiyet bölgesinde, hem sevdiği kadına hasret yaşayıp hem de kızından
haberdar dahi olmaması son derece acıklı bir durumdu. Ancak yaratılan dünyada
acılarının altı çizilmemişti, Ahmet yaşadıklarını hep olgunlukla karşılamış ve
“Ben çok acı çektim!” diye reklamını yapmamıştı. Şu hayatta en nefret ettiğim
ve sinirlendiğim şey haksızlıktır. Ahmet’in de dürüstlüğüne ve insancıllığına
rağmen bu kadar haksızlığa uğramış olması, aşkının büyüklüğünün ve bu aşk
uğruna feda ettiklerinin görülmemesi de beni hep üzmüş ve onu savunma isteğine
yol açmıştır.
Çünkü büyük bir haksızlığa
uğramış, hiçbir kabahati olmamasına rağmen çocuğundan yıllarca habersiz
yaşamıştı. Kendisi de dile getirmişti yaşayamadıklarının, kaçırdıklarının
acısını; Rüya’nın doğumunu göremedi, ilk sözcüklerini duyamadı. Attığı ilk
adımlarda düşmek üzereyken elinden tutamadı. Alışkanlıklarını, sevdiklerini,
sevmediklerini bilmedi. Doğuştan dilinde olması gereken baba sözcüğünü Rüya’nın
ağzından duyabilmek, bir iletişim kurup onun o güzel kalbine girebilmek,
güvenini kazanabilmek için aylarca uğraştı durdu. Biricik kızınızın bir başkasının kollarına baba diye atılırken sizi sadece “trende yaşayan
arkadaşı” olarak bilmesi, onun kalbinde babası olarak var olamamak ne acı. Halbuki
sizin kızınız işte, akıllı, güzel, şirin… Ama kızım diyemezsiniz, birlikte bir evi paylaşamazsınız, tatillere çıkamazsınız. Sadece parkta birlikte geçirdiğiniz birkaç saatle yetinirsiniz. Ahmet, Rüya’nın kendi kızı olduğunu öğrendikten sonra onu parkta
ilk gördüğünde başta dokunamamıştı bile, sadece büyük bir hayranlıkla seyretmiş,
varlığına inanınca sarılmıştı. Rüya’nın kalbine girebilmek için ne kadar da zorlu
bir mücadele bekliyordu onu. O mücadelenin sonunda Necdet kadar sevilen bir baba olamama ihtimali bile vardı, ne yazık ki.

Ne ironiktir ki kendinden en
büyük sır saklanan karakter olmasına rağmen en dürüst karakter Ahmet idi. Bir şeylerin arkasına saklanarak hareket etmedi, ne
yaşadıysa, ne hissettiyse hep yüzüne yansıdı. Bir trende ilk defa gördüğü, 5 yaşındaki
Rüya’yı dahi çocuk diye hafife almamış, onun sorularını önemseyerek olduğu gibi
cevaplamıştı hepsini. Anahtar kelime, onu bu kadar sevmemin nedeni bu olmalı.
Adam en mutsuz, en umutsuz anlarında bile dürüst. Küçük bir çocuğa karşı da,
sevdiği kadına karşı da, sevmediği ama arkadaşlığına minnettar olduğu bir
kadına da, ailesinin tüm fertlerine de hep dürüst ve
saygılı yaklaştı.
Bana göre Ahmet öncelikle Yasemin’in kendisine aşık
oluşuna hayran oldu. Böylesine büyük sevilmek, bunun bu kadar incelikle ifade
edilişi herkesin hoşuna gider. Hele de sevmeye Ahmet kadar aç birinin… Evet, öncesinde
hayatında Michelle vardı ama Ahmet’in Michelle’e karşı hislerini biraz Romeo’ya
benzetirim aslında. Meşhur hikayede Romeo, Juliet’le tanışmadan önce Rosaline
adlı bir kıza aşıktır. Ancak Juliet ile tanıştıktan sonra aşkın ne olduğunu ve
kendisine neler yaptırabileceğini bizzat yaşar. Ahmet’in Michelle’e duyduğu
hisler ve aldığı evlilik kararı da bu çerçevede değerlendirilmeli bence.
İzlerken “Evlenmeye karar verdiği Michelle’i ne kadar çabuk unuttu?” diye
sorgulanıp Yasemin’e duyduğu aşk da inandırıcı bulunmamış olabilir ama Ahmet’in
Michelle’e karşı hislerinin aşk olmadığı ve bu evlilik kararının hayatın
ilerlemesi gereği alındığı da vurgulanmıştı.
Ahmet, Şevket’e evlilik kararını açıklarken
Michelle’e aşık olduğunu söyleyememişti. Sadece bir hayatı paylaşmak için
mantıklı görülen; iyi anlaşmak, uzun süredir birlikte olmak gibi nedenleri
sıralamıştı. Hiç farkında bile değildi aşktan bahsetmediğinin... Üzerinde
pek kafa yormadığı ama içten içe önemsediği aşk kavramına verdiği değeri,
babasıyla yaptığı bu konuşma sayesinde anladı. Bunu anladıktan sonra da aşka en
az kendisi kadar değer veren Yasemin’le buluştu yolları. Aşkın rüzgarı çarptı onu, kapıldı, havalandı.
Yazı devam ediyor.