SS Yapım iyi ki iftiharla sundu: İkinci Bahar

SS Yapım iyi ki iftiharla sundu: İkinci Bahar
Sahici ve Samimi.. Başlıktaki SS kısaltmasının İkinci Bahar söz konusu olduğunda anlamı buydu benim için. Bu iki kelime, bu diziyi daha o zamandan bugünkü efsâne mertebesine çıkartan hissî şifrelerimdi benim.
 
Vaad edilen sahicilik ve samimiyet jenerik müziğinden başlardı; henüz kendileri arz-ı endâm etmemişken, Hanım ile Ali Haydar’ın sohbetini dinlerdim. Hanım kanun olur sorar, Ali Haydar ud olur cevap verirdi. Aralarındaki ilişki ilerledikçe fark ederdim ki, evet, biri kanundu, diğeri ud; majöre de çıksalar, minöre de düşseler hep çok tanıdık ve hep çok sahiciydiler. Arkasından öteki çalgılar; hepsinin de anlatacak sahici bir derdi vardı ve hepsi derdini bütün samimiyetleriyle dökerdi ortaya. Ağlatmaya mı çalışıyorlardı, güldürmeye mi, anlaşılmazdı, ama her hâlükârda onları beraberken dinlemenin tadına doyum olmazdı. Olmadığının en sağlam kanıtı da, on sekiz sene sonra gözler buğulu, dudak kıvrımları hüzünlü hazırlanan bu bütün dosya işte..
 
İkinci Bahar’dan bugüne, onlarca sahici ve samîmi iş gördü bu gözler. Ama hiç biri, hani nasıl derler, ‘yüreğimin telini titretmedi’. Bunun ne özelliği vardı ki? İkinci baharlık meselesi desem değil; o senelerde henüz birinci baharımın keyfini sürüyordum fena halde. O sebeple, beni oradan yakalamış olamazdı bu iş. Ali Haydar’ın memleketlisi de değildim?
 
Ali Haydar’ın memleketlisi miydim yoksa? Ali Haydar’ın memleketlisi olmak için illâ Antepli mi olmak lâzımdı? Ali Haydar’ı, Hanım’ı, mahalledeki esnafı, üst kattaki komşuyu, kalbi kırık kız çocuğunu, aklı bir karış havada serseri oğlanı ‘bilmek’ için, ‘bu anlatılan senin hikâyendir’ diye kurulmuş bir dünyanın tam ortasında onlarla birlikte ve onlar gibi yaşadığını hissetmek için, onların memleketlisi mi olmak lâzımdı illâ?
 
Değildi, ama o dünyayı hatırlamak lâzımdı galiba; kıyısından köşesinden de olsa bilmek lâzımdı. Evden çıkarken kilitleme ihtiyacı duymadığın kapılardan girip çıkmış olmak lâzımdı. Karnın acıkınca, mahalledeki hangi evin sofrası hazırsa orada karnını doyurabileceğini bilmenin rahatlığına âşîna olmak lâzımdı. Yazlık sinemada yaprak sarma atıştırırken, yan locadaki “Fahriye Abla’ya” mahcup bakışlar atmış olmak, ona bakmaktan filmi kaçırmanın hazzını yaşamış olmak lâzımdı. Tatile giderken, bütün gece mahalleyi arşınlayan ihtiyar karakol bekçisi için mutfak kapısını açık, tüpü dolu bırakmış olmak lâzımdı; yorulunca gelsin, girsin mutfağa, bir çay demlesin kendine, soluklansın dediğin günleri yaşamış olmak lâzımdı. Döndüğünde çayların içilmiş, bulaşıkların tertemiz yıkanmış, teşekkür bâbında çay bardağına iki kıytırık papatyanın konmuş olduğunu görmek lâzımdı.

Gece yarısını geçmiş saatte halâ sokakta oynayan çocuğun için endişelenmeden vurup kafayı huzur içinde uyuyabileceğin bir dünyanın bir zamanlar var olduğunu hatırlamak lâzımdı; hayata ve insana güvendiğin günlerin geçmişte kaldığını ama asla hayâl olmadığını bilmek lâzımdı. Okula bisikletle gitmiş olmak lâzımdı. Tarkan donlu Kartal Tibet tişörtün terden sırılsıklam olunca, adını bile bilmediğin bir mahalle teyzesinin sırtına koyduğu havlunun verdiği ‘geniş aile’ hissini yaşamış olmak lâzımdı. İkinci Bahar’ın vaad ettiklerinin tadına hakkıyla varabilmek için, o dünyayı hatırlamak, kıyısından köşesinden de olsa bilmek lâzımdı. Onun konuştuğu dille anlatılmış bir kişisel hikâyen olması lâzımdı. Onun kurduğu dünyanın memleketlisi olmak lâzımdı.
 
Bugün İkinci Bahar adını duyduğunda yüzüne bir tebessüm yerleşen insanlara iyi bakın; istisnasız hepsi o dünyanın memleketlisidir. Bu dünyada elini ayağını nereye koyacağını bilemeyen acemî misafir gibi duruşlarının sebebi odur. Ve fakat sahiciliğin ve samimiyetin ne olduğunu da en iyi onlar bilir –tıpkı İkinci Bahar’ın vaktiyle bildiği ve bildirdiği gibi.
 
On sekizinci yaşın kutlu olsun..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER