Kiralık Aşk: Gel bir otur karşıma*

Kiralık Aşk: Gel bir otur karşıma*
"Öyle uzaktan göremezsin, nasıl derinlerde izlerin..."*
Bir şey ne kadar değerliyse o kadar çok engel çıkar karşımıza, ona ulaşmaya çabalarken... Hayatta kolay elde edilebilen bir şey yoktur, zaten edilebiliyorsa illa ki vardır bir illeti. Bedel ödemek gerekir yani, korkmadan. Hedeften şaşmadan her tarafımız yara bere içinde de olsa koşmak gerekir. En önemlisi de inanmak, bir gün menzile varacağına...

Aşk... Kainattaki en kıymetli şey... Elbette ki bu değeri karşılığınca da bedel ödetiyor. Yoksa değeri anlaşılmazdı ki. Zaten hayatta en fazla bir kere karşına çıkabilecek bu duygu, tüm mücadelelere değmez miydi? Evet kırılacaktın belki, hatta paramparça olacaktın. Kalbin binlerce parçaya ayrılıp her parçası bir yere savrulacaktı. Ama yine onu tamir edebilecek birisi mutlaka vardır; onu kıran... Yanacaktın, kavrulacaktın, aşık olduğun yanardağ yüzünden... Ama onsuz da üşürdün, yanmak daha iyiydi aşksızlıktan...

İnsan aşık olunca kendini dibi görünmeyen bir uçurumun kenarında bulur. Oraya kadar nasıl geldiğini bilmezsin, silinmiştir öncesi. Neden geldiğini bilmezsin, aklın uzaklaşmıştır senden. Tek bir ses duyarsın; kulakları sağır edercesine çarpan kalbin, sahibine gitmek icin çırpınan. Sonra bir ses daha duyarsın, ömründe sanki daha önce hiçbir şey duymamış gibi, öylesine güzel kulakları okşayan... Sonra dönüp bakarsın korkarak, "Biri vardı(r) orada; ateşi üstünde, yangındı(r)...” Sanki daha önce kimseyi görmemişsin gibi, öylesine göz kamaştıran. İçin ona doğru akar birden, içinde ezelden beri onun için yanan kor birden harlanır, yakar içini... 


"Hadi durma yak şimdi, buz gibi olsam da beni..."

Öyle aşık oldular Ömer ve Defne'si işte. Böyle masum, böyle acemiyken hayatta. Ve bir araca binmeleri istendi onlardan uçurumun kenarında son sürat. Sürekli de önlerine yeni engeller konulacaktı. Aslında şikayetçi değillerdi birlikteyken bu uçurumun kenarında gezmekten. Ama aşk, bedelini istiyordu. Aralarına buzlu bir cam geçirildi gün geçtikçe bulanıklaşan. Ve Defne'nin içinde bir dikenli sır topu gün geçtikçe büyüyen canını acıtan. Giderek birbirlerini görememeye başladılar. Bilmeden kırdılar birbirlerini. Böylece buzlu cama bir de bazen Ömer'in bazen Defne'nin ördüğü duvarlar eklendi. Orada olduklarını sıcaklıklarından biliyorlardı sadece.

1 yıl geçti, sürekli canları yandı. Defne'nin içindeki sır topu o kadar büyüdü ki bir noktadan sonra Defne sır topunun içinde sıkıştı. Bazen öyle bir sıkıp batırıyordu ki dikenlerini hatta Defne nefes alamıyordu bile. Üstelik bunlar yetmezmiş gibi her canı yandığında Ömer de bundan etkileniyordu. Kırıyordu onu, hiç istemeden hem de. Sebepsiz ayrılıklar, yaşanamayanlar... Bazen Ömer dinlemek istiyordu, Defne'nin cesareti yoktu. Bazense Defne anlatmak istiyordu, dikenleri aşamıyordu, onları aşsa buzlu camdan sesini duyuramıyordu. Bir gün, tam "Tamam. Yeter!" dediği anda, dikenler artık dayanılmaz derecede acıttığında, karar verdi. Bir tarafı "Gider, yapma!" derken, bir tarafı da "Ömer o Defne, her seferinde her şeye rağmen seni seçti. Halledersiniz belki de. Kandırma onu artık." diyordu. Defne ikincisini dinledi.


"Küçücük yüreğim.. Yorgun, çaresiz, yalnız"*

Söyledi her şeyi... Daha doğrusu bir kısmını... Zamanın, mekanın doğruluğuna yanlışına bakmadan. Önce buzlu cam paramparça oldu, hepsi Ömer'in üzerine battı, kanattı, canı yandı. Yetmezmiş gibi Defne'nin bir senedir taşıdığı yük sırtına bindi, dikenler parçalanıp üzerine savruldu. O kadar çok canı yandı ki. Üstelik mesele sadece Defne de değildi. Seçe seçe hayatında tuttuğu insanlardı. Ve o an Ömer belki de ilk defa gördü Defne'yi ilk öpüşünden sonra. Ama bakmaya mecali yoktu ya da dinlemeye. Defalarca anlatamadığı halde dinlediği Defne’yi dinlemeye mecali yoktu. Arabanın kapısı açıldı birden, düştü Ömer kenarında gezindiği uçuruma. Geride kalan Defne'yse arabayla birlikte başka bir uçuruma... Düşüp durdular bir sene boyunca, karanlık kuyularda.

Bu bölüm Defne'nin gereksize kendini anlatmaya çalıştığı sahne var ya, o kadar içimi acıttı ki... Ne zamandır kimseye kendini anlatamamasının verdiği acıyla, birisinin daha kendini kötü bilmesini istemeyerek kendini anlatmaya çalıştı. Aslında içinde biriktirdikleriydi, belki de Ömer'e söylemek istedikleri. Ama Ömer dinlememişti, bu sefer gerçekten anlatacaktı oysa ki. O yüzden hiç kızmadım o sahnede. Yani gereksizin yerinde Seda olsa da aynı hırsla kendini anlatmaya çalışacaktı.

Yaşayamadılar birbirleri olmadan. Yalnızlardı, hatta o kadar yalnızlardı ki kalplerinin boşalması yetmezmiş gibi, Ömer, Ömer'den Defne'ye, Defne de, Defne'den Ömer'e kaçmıştı. Bir sene boyunca yalnız düştüler, sadece düştüler, tek başına... Ta ki Ömer (Bulut. ^^) Defne'yi tutana ve birlikte karanlıkları aydınlatana kadar...


Yazı devam ediyor.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER