2007 yılında yazdığı ve Demet
Akbağ'la oynadığı "Haybeden Gerçeküstü Aşk, -ki şimdilerde beyazperdeye uyarlanıyor- kadın erkek ilişkileri ile ilgili
izlediğim en gerçekçi hikâyelerden biridir. Bir ilişkinin giriş, gelişme ve
sonuç kısımlarını sanki daha dün beraber yaşamışız gibi anlatır ama yine de ‘Aa,
nereden bildi?’ diye hayret etmeyi de bırakmayız. ‘Çok güzel elleriniz var, iki
küçük kuş yavrusu. Bir de aynısından da iki tane var, ne şans’ diye başlayan
bir ilişki nasıl olur da boşanmayla biter, hepimiz biliriz ve anlatabiliriz de
belki, Yılmaz Erdoğan anlatınca başka olur; çünkü dedim ya, sihir var kelimelerinde onun.
Yılmaz Erdoğan sayesinde
yaşadığım en acayip büyülenme, 17 yaşımın en heyecanlı yerinde, Adana’da bir
açık hava tiyatrosunda izlediğim "Sen Hiç Ateşböceği Gördün Mü?" esnasında oldu. Vural Çelik’in
canlandırdığı Veli’yi vurdukları sahnenin aylarca aklımdan çıkmadığını, rüyalarımda
oyundan sahneleri gördüğümü çok iyi hatırlıyorum. O oyunun her cümlesi bir şiir
dizesidir bence ama, diğer oyunlarından farklı olarak bunu tekrar tekrar
izleyemem çünkü kalbime dev fiskeler atıyor her seferinde.
Vizontele’de Reis’in ‘İnsan
memleketini niye sever?’ konuşması vardır herkesin bildiği. O konuşma Küçük
Prens’in gülünü hatırlatır bana her seferinde. Emek vermenin kıymetini
hatırlatır. Dünya üstünde herhangi bir insana anadilimden herhangi bir şey
dinletme şansım olsa, bu sahneyi seçerim. İçinde memlekete dair her şey
vardır çünkü. Uzak yerde yaşamak vardır; çaresizlik, mutlu olmak, özlemek, dışarıda
kalmak, sevmek vardır. Ne de olsa
dünyanın en güzel yerini sevmezsen orası dünyanın en güzel yeri değildir. Bütün
bu cümleleri bir araya getiren bir adam benim için net sihirbazdır. İyi
seyirler dilerim.