Gelelim Kuzey’deki savaşa. Savaş tasvirini başarılı bir şekilde
yapamayabilirim. Ramsey’in ordusu Jon Snow’un ordusunun iki katı. Ramsey dünyanın
en kötü adamlarından biri ve aklındaki kötülüğü tahmin etmenin imkânı yok. Jon
Snow kinli; hem evini geri almak istiyor, hem kardeşlerinin hem de Sansa’nın
intikamını. Güçleri eşit değil ve kaybedilmesi çok olası bir savaş bu iyilerin
tarafını tutanlar için. Ne yabanilerin dövüş aşkı, ne yanlarında savaşan
kocaman dev bir işe yarıyormuş gibi görünüyor. Üstelik Ramsey öyle bir duruma
düşürüyor ki rakiplerini, hamle yapmak imkânsız hale geliyor. Ok atsalar kendi
askerlerini vuracaklar, etrafları mızraklı ve kalkanlı askerler tarafından sarılıyor.
Umutsuzluğa gark oluyoruz, yetmezmiş gibi Jon Snow düşüyor. Hem fiilen hem
mecazen düşüyor. Yerden kalkamadan üstüne yığılan cesetlerin, kaçmaya ya da
savaşmaya devam etmeye çalışanların ayaklarının altında soluksuz kalıyor. Her
şey bitti dediğimiz noktadaysa Sansa yanında bir orduyla çıkageliyor. Erkekler
tarafından yönetilmeye, emir almaya, güçsüz, zayıf bir prensesi oynamaya paydos
diyen Sansa’nın yüzünde o an oluşan gülümseme öyle güzel ki! Kendisini
dinlemeyen abisini ve ordusunu yok olmaktan kurtaran kahraman olan Sansa,
ileride nasıl bir kraliçe, nasıl güçlü bir yönetici olacağının sinyallerini
veriyor. Lord Baelish’in yanında yetirdiği The Knights of The Vale’in kuşatmayı
yarışı, o kocaman halkayı döne döne kılıçtan geçirmesi zevkten dört köşe ediyor
izleyeni. Sonrasında Jon ve Ramsey’in karşılaşması, Jon’un yumrukları,
Ramsey’in yüzü gözü kan içinde esir düşmesi ve sonunun Sansa’nın elinden olması
o kadar keyiflendiriyor ki insanı tadından izlenmiyor desek yeri. Peki, bütün
bunlar çok güzel şeyler ama ben niye oturup bu yazıyı yazdım? Buna benzer,
böyle heyecanlarla dolu bölümler izledik daha önce zira.
Yüzüklerin Efendisi’ni izlerken, o sahnede olduğu gibi, sanki Winterfell
Helm’s Deep’miş gibi, sanki Gandalf Gölgeyele’nin üzerinde oturur gibi
hissettim çünkü. Sansa savaş meydanına bakıp gülümserken ve neyi başardığının
farkına varırken atını şaha kaldırmış gibi hissettim. Çünkü Jon Snow kardeşi
öldükten sonra düşmana, Ramsey’e doğru koşarken kamera öyle bir döndü ki etrafında,
tereddüdünü, sonra da karar verişini görürken açı öyle güzel değişti ve biz o
kocaman ordunun karşısında onun tek başına dimdik duruşunu öyle güzel izledik
ki. Hani Aragorn’un yine Helm’s Deep’te o kapıyı açtığı sahne gibi. Çok büyük
duyguların sahnesi çok güzel bir sinemasal anlatımla karşıma geldiği için.
Yazanın, oynayanın yeteneğine hayran kalırken yönetmenin gözlerine de hayran
kaldığım için.

Elveda Ramsay Bolton
Ve kadınlar…Kadınlar geliyor. Arya büyüyor, hiçbir engelden kaçmayarak,
korkmayarak geliyor. Nefret ettiğimiz Cersei “Ben onun ayağına gitmem, o bana
gelecek.” derken içimizin yağları eriyor. Erkeklerin göğüs geremediği her şeye
gülüp geçen Yara koca donanmalara hükmediyor. Sansa kocalarını, abisini dize
getiriyor; o gülümseyiş daha büyük mücadelelerin ve zaferlerin habercisi. Khaleesi
için zaten ne desek bilemiyoruz; özgürlüğün ve demokrasinin teminatı bir kadın
hükümdar izlemek çok keyifli. Belki tüm bu söylediklerim boşa çıkacak, hepsinin
tersi olacak. Çünkü dediğim gibi hiçbir teoriyi bilmiyorum; gelişine izliyorum
diziyi, pasları yumuşatıp geri yolluyorum hepsi bu. Ancak yine de istiyorum o
küçük sarışın kadın tüm dünyaya hükmetsin ve de hâlâ adil ve iyi kalabilsin.
Umarım, can-ı gönülden umarım hem de.
Hayal edebileceklerimizin ötesinde dünyalarla tanışmak hem çok güzel hem
de hayal gücümüzü kamçılayan, genişleten bir şey. Bir sebebi de bu aslında
diziyi ya da bazı bölümleri bu kadar sevmemizin. İçten içe kıskanarak,
yapabilen değil izleyebilen olduğumuzu bilmenin yarattığı üzüntüyle. Tüm bu
yazdıklarımızın üzerinde bir sebebi de var. Sıraladığımız son sebep olsun o da:
Adına Katharsis dediğimiz, antik Yunan tragedyalarından beri hayatımızda olan,
Ramsey ölünce mesela, kötüler cezasını bulunca ya da iyiler mükâfatlandırılınca
hissettiğimiz arınma duygusu. Bizim yenemediğimiz şeytanları yenen, deviremediğimiz
kötüleri devirenler var karşımızda. Biz kesemiyoruz o cezaları; ya kudretimiz
yok ya da adına hak-hukuk- adalet dediğimiz şeyler elimizi-kolumuzu bağlıyor.
Çünkü bizim dünyamızda adı linç olacak şeyler, var olmayan masal dünyalarında
mümkün. Hoşumuza gidiyor. Şiddete ve kanlı sahnelere rağmen zevkle izliyoruz.
Bir gün kazanabileceğimiz duygusuna en çok yaklaştığımız anlar onlar. Bir çeşit
yanılsama mı? Evet. Zaten edebiyatın, sinemanın ve bu yazıya göre dizilerin bir
işlevi de bu. Yanılsamasak nefes alamayacağımız bir dünyada yaşıyoruz. Varsın
olsun, varsın bir kez de biz sevinelim. Yalancıktan olsa bile. İyi seyirler.