Game of Thrones: 5. günün şafağını Winterfell’de yaşamak

Gelelim Kuzey’deki savaşa. Savaş tasvirini başarılı bir şekilde yapamayabilirim. Ramsey’in ordusu Jon Snow’un ordusunun iki katı. Ramsey dünyanın en kötü adamlarından biri ve aklındaki kötülüğü tahmin etmenin imkânı yok. Jon Snow kinli; hem evini geri almak istiyor, hem kardeşlerinin hem de Sansa’nın intikamını. Güçleri eşit değil ve kaybedilmesi çok olası bir savaş bu iyilerin tarafını tutanlar için. Ne yabanilerin dövüş aşkı, ne yanlarında savaşan kocaman dev bir işe yarıyormuş gibi görünüyor. Üstelik Ramsey öyle bir duruma düşürüyor ki rakiplerini, hamle yapmak imkânsız hale geliyor. Ok atsalar kendi askerlerini vuracaklar, etrafları mızraklı ve kalkanlı askerler tarafından sarılıyor. Umutsuzluğa gark oluyoruz, yetmezmiş gibi Jon Snow düşüyor. Hem fiilen hem mecazen düşüyor. Yerden kalkamadan üstüne yığılan cesetlerin, kaçmaya ya da savaşmaya devam etmeye çalışanların ayaklarının altında soluksuz kalıyor. Her şey bitti dediğimiz noktadaysa Sansa yanında bir orduyla çıkageliyor. Erkekler tarafından yönetilmeye, emir almaya, güçsüz, zayıf bir prensesi oynamaya paydos diyen Sansa’nın yüzünde o an oluşan gülümseme öyle güzel ki! Kendisini dinlemeyen abisini ve ordusunu yok olmaktan kurtaran kahraman olan Sansa, ileride nasıl bir kraliçe, nasıl güçlü bir yönetici olacağının sinyallerini veriyor. Lord Baelish’in yanında yetirdiği The Knights of The Vale’in kuşatmayı yarışı, o kocaman halkayı döne döne kılıçtan geçirmesi zevkten dört köşe ediyor izleyeni. Sonrasında Jon ve Ramsey’in karşılaşması, Jon’un yumrukları, Ramsey’in yüzü gözü kan içinde esir düşmesi ve sonunun Sansa’nın elinden olması o kadar keyiflendiriyor ki insanı tadından izlenmiyor desek yeri. Peki, bütün bunlar çok güzel şeyler ama ben niye oturup bu yazıyı yazdım? Buna benzer, böyle heyecanlarla dolu bölümler izledik daha önce zira.

Yüzüklerin Efendisi’ni izlerken, o sahnede olduğu gibi, sanki Winterfell Helm’s Deep’miş gibi, sanki Gandalf Gölgeyele’nin üzerinde oturur gibi hissettim çünkü. Sansa savaş meydanına bakıp gülümserken ve neyi başardığının farkına varırken atını şaha kaldırmış gibi hissettim. Çünkü Jon Snow kardeşi öldükten sonra düşmana, Ramsey’e doğru koşarken kamera öyle bir döndü ki etrafında, tereddüdünü, sonra da karar verişini görürken açı öyle güzel değişti ve biz o kocaman ordunun karşısında onun tek başına dimdik duruşunu öyle güzel izledik ki. Hani Aragorn’un yine Helm’s Deep’te o kapıyı açtığı sahne gibi. Çok büyük duyguların sahnesi çok güzel bir sinemasal anlatımla karşıma geldiği için. Yazanın, oynayanın yeteneğine hayran kalırken yönetmenin gözlerine de hayran kaldığım için.


Elveda Ramsay Bolton

Ve kadınlar…Kadınlar geliyor. Arya büyüyor, hiçbir engelden kaçmayarak, korkmayarak geliyor. Nefret ettiğimiz Cersei “Ben onun ayağına gitmem, o bana gelecek.” derken içimizin yağları eriyor. Erkeklerin göğüs geremediği her şeye gülüp geçen Yara koca donanmalara hükmediyor. Sansa kocalarını, abisini dize getiriyor; o gülümseyiş daha büyük mücadelelerin ve zaferlerin habercisi. Khaleesi için zaten ne desek bilemiyoruz; özgürlüğün ve demokrasinin teminatı bir kadın hükümdar izlemek çok keyifli. Belki tüm bu söylediklerim boşa çıkacak, hepsinin tersi olacak. Çünkü dediğim gibi hiçbir teoriyi bilmiyorum; gelişine izliyorum diziyi, pasları yumuşatıp geri yolluyorum hepsi bu. Ancak yine de istiyorum o küçük sarışın kadın tüm dünyaya hükmetsin ve de hâlâ adil ve iyi kalabilsin. Umarım, can-ı gönülden umarım hem de.

Hayal edebileceklerimizin ötesinde dünyalarla tanışmak hem çok güzel hem de hayal gücümüzü kamçılayan, genişleten bir şey. Bir sebebi de bu aslında diziyi ya da bazı bölümleri bu kadar sevmemizin. İçten içe kıskanarak, yapabilen değil izleyebilen olduğumuzu bilmenin yarattığı üzüntüyle. Tüm bu yazdıklarımızın üzerinde bir sebebi de var. Sıraladığımız son sebep olsun o da: Adına Katharsis dediğimiz, antik Yunan tragedyalarından beri hayatımızda olan, Ramsey ölünce mesela, kötüler cezasını bulunca ya da iyiler mükâfatlandırılınca hissettiğimiz arınma duygusu. Bizim yenemediğimiz şeytanları yenen, deviremediğimiz kötüleri devirenler var karşımızda. Biz kesemiyoruz o cezaları; ya kudretimiz yok ya da adına hak-hukuk- adalet dediğimiz şeyler elimizi-kolumuzu bağlıyor. Çünkü bizim dünyamızda adı linç olacak şeyler, var olmayan masal dünyalarında mümkün. Hoşumuza gidiyor. Şiddete ve kanlı sahnelere rağmen zevkle izliyoruz. Bir gün kazanabileceğimiz duygusuna en çok yaklaştığımız anlar onlar. Bir çeşit yanılsama mı? Evet. Zaten edebiyatın, sinemanın ve bu yazıya göre dizilerin bir işlevi de bu. Yanılsamasak nefes alamayacağımız bir dünyada yaşıyoruz. Varsın olsun, varsın bir kez de biz sevinelim. Yalancıktan olsa bile. İyi seyirler.

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER