Daha önce dizi incelemesi yapmadım. Daha doğrusu bölüm incelemesi yapmadım.
Bir kere sezon incelemesi yapmaya çalışıp ortaya bitirme tezi gibi bir şey çıkarınca
siteye yollamaktan vazgeçmiştim. 20 sayfa dizi yazısı yazılmaz yani sonuçta, değil
mi? Az önce Game of Thrones'un 6. Sezon 9. bölümü
izledim. İçime iblis girmişçesine yerimden kalktım, bilgisayarın başında buldum
kendimi, alet kendi kendini açtı adeta. Bölüm “Yaz beni.” dedi. Efsunlanmış
gibi klavyede gezinmeye başladı parmaklarım. Hayırlısı olsun, ne çıkacak
sonuçta hiç bilmiyorum; biraz fazla coşkuluyum şu anda sanırım. Şimdiden
affola.
GoT en sevdiğim dizi değil, önce bunu söyleyerek başlayayım. Evet, yayınlanmaya
başladığı günden beri ilgiyle izliyorum ama ilgiyle izlemek dışında bir bağ
kurmadım diziyle. Her ölenle üzüldüm ben de; karakterleri sevdim, özdeşlik
kurdum. Hane tutmak, bir karakterden çok nefret etmek, gidenlere ağıt yakmaksa
yapmadığım şeylerden. GoT’a olan sevgimin başlıca sebebi iyi bir edebiyat
uyarlaması olması. Televizyon için bunu başarmak çok büyük iş. İyi yazılmış,
iyi oynanmış karakterlerle dolu, geniş ve fantastik bir evren var karşımızda ki
bu hayatta en sevdiğim şeylerden biri. Fantastik evrenler yani. Orta Dünya’nın
gerçek olması için, Hogwarts’tan kabul alabilmek için neler vermezdim. Ancak
bir noktadan sonra ben hep başa, benim için her şeyin başladığı yere,
Yüzüklerin Efendisi’ni, Silmarillion’u ilk okuduğum günlere dönüyorum. Hâlâ en
iyisi o evrende, hâlâ daha iyisi yazılmadı. Bu benim şahsi fikrim elbet; katılmamak
serbest. Büyük ihtimalle GoT ve daha birçok fantastik eseri sevmem ama sevmekle
yetinip ötesine geçememem bu yüzden. Uzatmayalım. Sezon 6X9:

Jon Snow, Winterfell'i geri istiyor
Olayların gelişimini, vardığı noktayı özet geçmeye gerek yok; nefes
nefese izliyoruz zaten. Ben romanı okumadığım için ve dizi de artık romanın
önüne geçtiği için teorileri bilmiyorum, kendim de teori üretemiyorum. Hazırlıksız
yakalanmak en güzeli zaten, adrenalini katlayan bir şey. 8. bölümden sonra bir
savaş izleyeceğimizi biliyorduk. Üstelik iki cephede birden. Bir yandan
Daenerys ardında Dothraki ordusuyla çıkagelmiş diğer tarafta da Jon Snow
Winterfell’i geri almak üzere harekete geçmişti. Bölümün ilk yarısında kibirli
sahipleri yenen ejderhaların annesini ikinci bölümde Ramsey Bolton’u nihayet
olması gerektiği gibi tarihin çöplüğüne gönderen sevgili piçimizi izledik.
Bölümün adı da “Piçlerin Savaşı” idi zaten. Ne güzel ironi, ne tatlı tesadüf.
Daenerys, kendisine boyun eğdirmek isteyen ve çarklar dönsün, kölelik
düzeni devam etsin diye çabalayan efendilere dersini öyle güzel verdi ki!
Kuracağı yeni dünyayı özgürlük, demokrasi ve barış adına güzelleştirmeye kararlı
olan mağrur kraliçe annesi olduğu ejderhanın üzerinde bir kuğu gibiydi adeta.
Üstelik kanımı kaynatan sadece ejderha ateşiyle yanan gemiler olmakla kalmadı.
Yara ve Theon Greyjoy kardeşlerin özgür dünyanın kraliçesiyle yaptıkları pazarlık
da görülmeye değerdi. Kraliçelere değil krallara alışmış bu dünyanın iki harika
kadını, güçleri ve kararlılıklarıyla kadın ruhumu okşayan bir anlaşma yapıp el
sıkıştılar. Daenerys Targaryen 7 Krallık’a hükmederken Yara’nın kendi halkının
kraliçesi olmasını sağlayacak olması ve Yara’nın da yağma, tecavüz ve cinayete
dayanan Demir Adalar düzenini değiştirmeye söz vermesi yapılacak anlaşmaların
en güzeliydi belki de. Yara’nın Khaleesi’ye tatlı tatlı “yürümesi” ise kahkaha
attırdı, en azından bana.
Yazı bir sonraki sayfada devam ediyor...