İsmail Abi’ye özlemle…
Burak Aksak Leyla ile Mecnun’u yazmamış olsaydı kendimizin bile fark etmediği
özlemlerimiz, içimizde çürüyüp kanımıza karışacaktı muhtemel. Neyse ki olmadı.
Bir gün Leyla ile Mecnun çıktı karşımıza. Ve biz, ismini koyamadığımız onca
gamı, kederi ve komikli mahalle insanlarını ete kemiğe bürünmüş halde görünce
sevinçten çıldırdık. Bilmem kaç bölüm?
Gönül telimizin üzerine basa basa
geçip giden bir İsmail Abi gördük orada. Hikâyesiyle kalbimizin en derinine
gömdüğümüz, hayaline bile saygı duyduğumuz, ‘aman biri yarasını kanatmasın’
diye tv başında tedirgin olduğumuz kocaman yürekli bir İsmail Abi. Onu terk
edenlere kızdık. Kimsesizliğine, yalnızlığına, işsizliğine öfkelendik ve şapka
çıkardık hayal gücünün bereketine.
İş bu yazıyı İsmail Abi’den
aldığımız ‘hasret’ dolu yetkilere dayanarak yazdık:
Bazı insanlar siyah önlük, beyaz
yaka gibi çocukluğunuzdan hatıradır. Ama onlar bunu bilmezler. Eski bir
radyodan şarkı dinlemek gibidir onları görmek. Nereye koyacağınızı, nasıl
saklayacağınızı bilemezsiniz hiç.
‘İnsanın cenneti çocukluğudur’
diyordu bir yazıda. Sizi o cennete götüren bir gemi geçse kıyınızdan ona bir
çay demlemez misiniz? Şarkılar söylemez misiniz eskilerden, ille akşamlayalım
diye ısrar etmez misiniz?
Biliyor musun ‘madde’ değil
sandığın. Aslında hiçbir şey sandığın gibi değil.
Biz pullu ceketiyle kıyıda çocukluğuna
el sallayan ümitli İsmail Abi’den başkası değiliz. İnsanın her kaybı
çocukluğunu öldürüyor. Kaybın yoksa bunu bilmen mümkün değil. Baban mesela. Ölüyor
ve giderken senin çocukluğunu da götürüyor yanında. Bir bayram sabahı kapısını
çalıp sofrasına oturabildiğin ve elini öpebildiğin bir baban varsa bunu anlaman
mümkün değil. Gurbette geçirmiyorsan bayramını, çocuğunun elinden tutup kendi
çocukluğunun geçtiği eve götürebiliyor ve anlatmak zorunda kalmıyorsan hayal
etmesi için, sevdiklerinin yattığı toprağı dahi kokusundan mahrum olmamak için
kavanoza koyup yanında taşımıyorsan beni anlaman imkansız.
'Delisi dışına' dedikleri kimse, biz
oyuz işte. Sevindirik olmak kalıbını duyduysan o da bizim halimiz. Çocukluğunu
kaybeden insanlar eski bir çaydanlık görünce bile oturup ağlayabilirler. Bir
kırık düğme için şiir yazan insan tanıyorum ben. Ölmüş annesinin gömleğinin
kırık düğmesine.. Annesi ya da babasını yitirmiş olanlar için mazi kıymetlidir.
Her giden bir parça götürmüştür çünkü ve elinde ne kalmışsa bütün gücünle sahip
çıkmalısındır ona. Çünkü geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.
Bundandır biz çocukluğumuzu
anımsatan ne görsek -bir kırık düğme, bir çaydanlık ya da bir aşina yüz-
annesini görmüş bebek gibi el çırparak koşarız ona. Hiç demeyiz ki düşer miyiz
o yolda, canımız acır mı? Uzaktan el sallarız çocukluğumuzu taşıyan gemilere. Şiirler
okur, ses verir, şarkılar söyleriz. Hiçbir gayemiz yoktur bizim anılarımıza
sahip çıkmaktan başka. Eski yüzlere, eski günlere sahip çıkmayı boynumuzun
borcu biliriz.
Yaş alır, yol alır, yara alırız. Yaşlandıkça
artar özlemimiz. Yara aldıkça çocukluğumuza, anılarımıza sararız acılarımızı. Çünkü
insanın yüzünü bazen anılarından başka hiçbir şey güldüremez. Çocuğumuz ‘anne
tatilde nereye gidiyoruz’ dediğinde, onu elinden tutup kendi çocukluğumuza götürürüz.
Niye bu kadar sevindiğinizi hiç anlamaz o. Umarım anlayacak kayıplar yaşamaz.
Şimdi sen diyorsun ki gemilerimizi
yüzdürdüğümüz nehirler farklı denizlere dökülüyor, ondan sebep al git gemini. Öyle
mi?
İsmail Abi’nin aslında bir balık
olduğunu öğrendiğim gün gibi kederdeyim şimdi (ismini çokça andık cevap hakkı
doğdu kendisine). Aslında ben de mi bir balığım da çaktırmıyor senarist?
Sudan çıkmış İsmail Abi gibiyim.