Şu ana kadar Filinta hakkında yazdığım her yazıda bölüm hakkındaki genel fikrimi ilk paragrafta belirtiyorum. Yine bu hafta da lafı dolandırmadan ilk olarak belirteyim. Bazılarınız kızacaktır belki ama Filinta bu hafta olmamış. Dizide henüz çözemediğim bir durgunluk var. Bu sıkıntı özellikle yeni bölümün başlangıç saatinin 20.45'e alınması ve bölümlerin iki buçuk saat gibi bir uzunluğa sahip olmaya başlamasının ardından baş gösterdi. Geçen hafta bölümün son otuz dakikasında esnemeye ve saate bakmaya başlamıştım. Heyecanla, dört gözle izlediğim Filinta bir anda sıkıcı gelmeye başlamıştı. Bu durumu yorgun ve uykusuz olmama verdim. Bu yüzden de bu hafta Filinta’yı izlemeye aşırı dozda kafein alarak oturdum. İlginçtir ki kahve içmeme rağmen bölümün ortasında esnemeye başladım. Filinta, kesinlikle bu değil. Umarım önümüzdeki bölümlerde tekrar eski heyecanlı ve akıcı Filinta’mıza kavuşuruz.
Geçen hafta bölüm Mustafa ve Ali’nin, Akbar’ın peşine düşmesi, onu sıkıştırması ve Akbar’ın, Ali’yi vurmasıyla bitmişti. Ali’nin ölmesine pek ihtimal vermiyordum ki hafta içinde bu konu hakkında endişelenmedim bile. İlk fragmanda Akbar’a yumruk atmak için kalkan elin Ali’nin eli olduğu kanaatindeydim. İkinci fragmanda ise aleni bir biçimde Ali’nin yaşadığını göstermişlerdi zaten. Ali’ye bir şey olmayacağı belliydi fakat tuhaf bir biçimde çelik yelek ihtimalini hiç düşünmemiştim. Anlaşılan çelik yelek gerçeğine artık alışmam gerekiyor. Ali’nin çelik yelek sayesinde kurtulmuş olması ve Mustafa’nın da onlara yetişmiş olması Akbar’ın yakalandığı manasına geliyordu. Ali’nin de dediği gibi "Bir adamı öldürmek istiyorsan onu kafasından vuracaksın. Eğer o adam Bıçak Ali’yse kafasından iki kere vuracaksın.’’ Akbar ne yaptı peki? Sırtından vurdu.

Kavga ettiğin kankanla barışma taktikleri vol. 1
Ali’nin, Akbar’ı konuşturmaya çalıştığı sahneler ayrı bir güzeldi. Yani en azından en başta oldukça etkiliydi. Ali’nin çaresizliği, nefreti ve öfkesi çok netti. Cem Uçan sayesinde bu duyguların hepsini bol keseden hissettik. Yine de sonlara doğru daha karmaşık ve uyku-uyanıklık arasında yaşadığımız anlara benzer bir hal aldı. Akbar’ın, Süreyya’ya ne kadar âşık olduğu bu sahneler aracılığıyla gözümde çok daha netleşti. Akbar’ın, yeri geldiğinde Süreyya’yı feda edebileceğini düşünmüştüm fakat Akbar, Süreyya’dan vazgeçmeyi bırakın onun için Yüce Meclis’in sırlarını satmaya dahi hazırdı.
Geçen haftaki bölümün sonunda başına ne geleceği muallakta olan tek karakter Ali değildi. Arnavut ve Bekri de bölümü havada asılı bir biçimde bırakmışlardı. Kurtulacaklarına neredeyse emindim fakat onları kurtaranın Galip olacağını düşünüyordum. Sonuçta yakalandıkları sahnede Galip koşa koşa kaçmıştı. Harbiden kaçmış demek ki. "En azından askerleri gönderen Galip’tir.’’ diyerek buraya bir kılıf uydurmak istiyorum. Galip gibi bende yer edinmiş bir karaktere öyle bir kaçışı yakıştıramıyorum. Mantıklı bir açıklaması vardır herhalde. Galip, Ahmet ve Bekri’yi kurtarmaya gelmeyince işleri Bekri’nin becerilerine kaldı. Bekri’ye de buradan alkışlarımı yolluyorum. Sürekli Galip, Galip dedik durduk meğerse Bekri Ağa’yı unutuyormuşuz. Sadece Dadı’nın peşinde geziyor oluşu adamın ışığını söndürüyordu zaten. Bu hafta aslında eşkıya olduğunu hatırlattı bizlere.
Yazı devam ediyor..