Kiralık Aşk: Gülerken, ağlarken... Ben varım!


Geçen bölümlerde Gallo dinlediği için seyirciye delirten şarkı melodisi, öpülen eller, “buradasın...”, Ömer’in defneye hazırladığı öğle yemeği, “bana kimsenin bilmediği bir şey söyle”, Defne’nin omzunda yaşamak isteyen Ömer, “bir gelsene ben seni seveyim”, Albertine Kayıp’ın acı ayrılık hikayesi, birlikte izlenen yıldızlar, “bu geceyi sonsuzluğun başlangıcı olarak daima hatırla”, Ömer’in suratını ezberlemeye çalışan Defne, Neriman’ın acı sözleri, bir notla bırakarak terk edişler, yapılamayan pazı sarmalar, kırılan camlar...
 
Ne çok duygu bir arada yaşanmıştı o zaman... Ve şimdi bu bölüm finalinde gözüm yaşlı ekrana bakarken Ömer’in geçen bölüm yaşanacak yarım kalanlar derken 14’te ağzımda buruk tat bırakanlardan bahsettiğini fark ettim. İlişkilerinin ilk başladığı zaman Defne’nin dağ evini terk etmesiyle yarım kalan her şey 38’de tamamlanmıştı. Muhteşem bir yansımaydı! Ve şu anda karşımda duran Ömer ile Defne’de 14.bölümdeki gibi bir sahtelik ya da olmamışlık yoktu. Tam tersi hiç olmadıkları kadar etkileyiciydiler. Son iki bölümdür her sahnelerinde “İşte şimdi Defne ile Ömer biz oldular” dedim. Öldürmeyen acı güçlendirirdi. Onlar da bugüne kadar yaşadıkları her ayrılıkta güçlendiler. Üstelik bence aralarında oyun dışında birçok engel vardı. Kendi travmatik geçmişleri, hayatları vs. Bölümlerce devam ayrılık sürecinde onların arasındaki ‘biz’ olmalarını engelleyen her şey yavaş yavaş kalktı. İkisi de yerlerini buldular.
 
Geçen bölüm hiç durmadan dedikleri gibi nereden nereye...
 
* * Ömer yeniden Defne’ye “Seni seveceğiz biraz” dedi ancak bu sefer cümlesini bir Barbie bebeğe değil de insana söyler gibi devam ettirdi: “Sana ihtiyacım var. Yatışmaya. Sakinleşmeye. Tüm bu olan biten çok yordu beni.” Yani neden sevmeye ihtiyacı olduğunu açıkladı.
 
* * Dağ evini bir notla terk eden Defne, Passionis’te çalışmayacağını bir mesajla söylemek yerine bu sefer İso’nun “Şu adamla sorunlarını mesajla çözme, kaçak gibi. Alacaksın sorumluluğunu gideceksin yüzüne ve yürekli yürekli söyleyeceksin.” sözlerini dinleyerek karşısına geçip tek tek anlattı. Belki yine kısa cümleler kurmuştu ama öğrenecekti.
 
* * 14. bölümde kendisine muhteşem sözler söyleyen Ömer’e “ancak ben bu tip sözler söyleyemem” diyen Defne ise eğer yerini bulduysa ağzından onunkinden bile güzel sözler çıkabileceğini göstermişti: “Burada olmam gerektiğini düşündüm. Bugünün ne olduğunu, senin için ne anlama geldiğini biliyorum. Bundan sonra 15 Mart’ta pazı dolması yapacağım, sonra ışıkları açıp akşam birlikte yiyeceğiz. Sonra sen bana annenle ilgili anılarını anlatacaksın. Ben ama ‘bunu anlatmıştın daha önce’ demeyeceğim. Acı tatlı ne varsa sabaha kadar konuşacağız. Sonra sarılıp uyuyacağız, yine birlikte. Sabah uyandığında yine yanında ben olacağım. Çünkü artık yalnız değilsin, ben varım. Bundan sonra yanında hep ben olacağım. Gülerken ağlarken elini hep ben tutacağım. Hiç bırakmayacağım.”
 
O sahneye dair söylenecek ne kadar çok söz vardı. Defne, Ömer’in geçtiğimiz bölüm dediği gibi “sen benim aydınlık tarafımsın” sözünün ne kadar doğru olduğunu kanıtlamak istercesine 14. Bölümde yapılamayan pazı sarmasıyla, Ömer’in karanlık dünyasından içeri girerek oraya ışık getirdi. Önce bahçedeki ışıkları açtı, ardından sözleriyle Ömer’in kalbindeki o karanlığı aydınlattı. Üstelik gelecek için de aydınlık günler vaat etti. “Ya hepimiz birer yıldızsak... Ya hepimiz eşitsek.” Defne orada Ömer’in karşısında 14.bölümdeki çocuk değildi. Hala hatalar yapsa bile ayağı yere basan, ne istediğini bilen, asistan değil tasarımcı Defne’ydi.
 
Artık ne zorluk olursa olsun karşımıza kaçmayan bir Defne vardı. Evet, birçok kişinin arzu ettiği gibi oyunu Ömer’e açıklamıyordu. Ancak bunu yapmasa bile yine 14. Bölümde Ömer’in dediği gibi olması gereken yerdeydi. Ömer’in yanında! Belki Ömer olmasa İso’ya “Var ya Ömer olmasa gerçekten bir dakika olmam. Beni mutsuz edemeyecekleri bir yere giderim.” söylediği gibi uzaklara giderdi. Ama Ömer olmasa... Artık Ömer vardı. Yarım kalanlar, hiç olmadığı kadar güzel bir şekilde tamamlanmıştı. Ağzımda kalan o buruk tatta, yerini göz yaşlarıyla birlikte çok sevdiğim tatlı bir tada dönüşmüştü.
 
Sabretmek... Sizce bunu ne kadar iyi başarıyoruz hayatta? Ben pek sabırlı değilimdir geçen sizlere söylediğim gibi. Ancak Kiralık Aşk ile birlikte bazen sabrın kökleri sağlam bir şey yaratmak için önemli olduğunu gördüm. Bu nedenle de çok uzun bir zaman önce bölümlerde yaşananları eleştirmek yerine arkama yaslanıp önümüze koyulanları izledim. 38. bölümde bunu yapmakta ne kadar iyi ettiğimi gördüm. Evet, belki 13 bölümden uzun bir süre ayrı olan Ömer-Defne izledik, sahneleri azdı, araya kara kediler girdi. Ancak onların bu yaşadıklarının bugünkü Ömer ile Defne üzerindeki etkilerini gördükçe, iyi ki de yaşanmış dedim. Zaten yaşanmışlıklar değil midir, bizleri biz yapan? Ve o anda bir kere daha anladım bu dizide yaşanın aslında ne kadar da gerçek hayattan olduğunu. İçerisinde peri masalından ufak dozlar katılan bir aşk, dostluk ve aile hikayesi izlediğimiz. Her karakter bizlerden bir şeyler taşıyor içinde. Bazılarında en yakın arkadaşımızı, bazılarında ağabeyimizi ya da annemizi görüyoruz. Belki de bu nedenle bu kadar Gallo ya da İz’e kıskançlık besliyor, Tranba’dan nefret ediyoruz.
 
38. bölümlük Kiralık Aşk yolculuğumuzda biz izleyiciler kendi aramızda şaşırtıcı bir bağ kurup dostlar sofrasında Defne ile Ömer gibi hem gülüp hem de ağlayarak bir araya geldik. Üstelik bu bağ sadece izleyiciler arasında kurulmadı. Çoğumuz dizideki her bir karakteri farkında olmadan çok içselleştirmişiz. Bunu bölüm boyunca gözümden akan yaşlardan anladım. Defne, Lounge’dan çıkıp İso’nun yanına arabaya bindiğinde bana kötülük yapılmış gibi hissettim onun acısını. Aynen Ömer’in o ormanda çaresiz bir çocuk gibi gözlerinde yaşlarla annesine dair anılarını hatırladığında olduğu gibi...
 
Defne ile Ömer bir idi. Onlar bir bütündü. Ama öyle bir hikaye yaratılmış ki; bu bütünün iki parçasını da ayrı ayrı sahiplenmişiz. Bu nedenle bir hafta Ömer’i korurken diğer hafta Defne’nin avukatı haline gelmişiz. İşte bölüm sonu kafamda karışıklıklar bunların ta kendisiydi. Gerçek hayatta bazı ilişkiler nasıl yavaş yavaş sağlamlaşıyorsa, biz de onu seyrettik 37 bölümdür. Her iki karakterin ayrı ayrı köşelerde birbirini düşünerek nasıl kendi yağlarında kavrulduklarını izledik ve ne zamanki kıvamını buldular muhteşem bir yemek yaratmak için bir araya geldiler. Bu süreç içerisinde de hepimize hayatta eğer düşersek, kalkıp yola devam etmemiz gerektiği gösterildi. Bundan sonra onlar arasında bir ayrılık olacağını düşünmüyorum. Onlar kavrulmak adına kendine düşen ayrılığı bolca yaşadılar, artık her bölüm daha da bağlanan bir Ömer ile Defne izleyeceğimizi umut ediyorum. Umarım sizler de bu umuduma katılırsınız.
 
Neyse daha fazla hayata dair felsefi sözler söylemeden bölümde radarıma takılan diğer ayrıntıları sizlerle paylaşayım, yoksa girdiğim bu karmaşadan çıkmam pek bir zor olacak. 


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER