Yaa yaa. Hem çok tanıdık hem de çok biricik değil mi?
Küfürlü müfürlü aşk mı ilân edilir oysa? Ama adam baştan söylüyor. “Mal bu.” Bu
dürüstlüğü takdir ediyor ve ‘taş olsa çatlardı’ diye kızanların aksine Sema’yı
da anlıyorum ben şahsen. Nasıl davranması gerektiğini bilmiyor çünkü. Eksik o
kısımlar hayatında. Kendinden bekleneni yapıyor. Belki de gereğinden fazla
kendisinin farkında. Fazla zeki ve kontrollü. Kontrolü kaybetmek ona yabancı,
aşk uzak. Ortaçgil’in de dediği gibi: “Aşk bir dengesizlik işi.” Sema’ysa
duygularını saklamaya alışkın, göstermeye değil. Kalın kalın duvarlar örmüş
içinde. Kalbi fethedilmesi zor bir kale. Kendi zekâsından ve bilgisinden başka
bir şeye veya birine güvenememiş o zamana kadar.
"Bitti o iş, o iş bitti."
Sefer ise yenik bir komutan. Konuştuğuna konuşacağına
pişman. “Yanlış yaptık aga.” diyor Zülfikâr’a.
Kendine kızıyor. Çökmüş vaziyetteyken Sema’yı gülücükler içinde telefonda
konuşurken görünce kızgınlığı büyüyor, elindeki çay bardağını paramparça ediyor
farkına bile varmadan.
"İnce gör."
Sonrasında bir müddet kaçınıyor Sefer Sema’dan. Ama zorla
güzellik olmayacağını da kabul ediyor. Üstelemiyor, ısrar etmiyor, daraltmıyor.
Farkında olmadan biraz ters davranıyor belki. Zülfikâr’la Taşkafa da
kardeşlerini kolluyor. Adli sicil kaydı alırken printer mürekkebi bitirtecek
derecede sabıkası kabarık adamlar, aşk üzerine derin sohbetlere giriyorlar bu
vesileyle. “İmkânsızsa aşktır, imkânlıysa onun adı ilişki olur.” Vay be
Zülfikâr, yaman söyledin. Sefer de ondan aşağı kalmıyor: “Ben sevdim mi bir
kere severim. Sevdamı da toprağa götürürüm.” Milletin don değiştirdiği gibi
sevgili değiştirdiği, her şeyin sanal yaşandığı zamanlarda gerçek hislerden
bahsediyorlar. Pek de güzel bir kardeşlikleri var. Yalnızca birbirleriyken
kendileri olabiliyorlar. Sanki güzel bir roman okuyor gibiyiz.