Buyurmaz mısınız Kiralık Aşk sofrasına?

TATLI

Bakmayın öyle ‘tatlı’ diye genelleme yaptığıma kafamın içinde dolaşanları toparlayıp gözümün önüne koyduğumda 109,5 kilo gibi hissetmeme neden oluyor bazı Ömerler, Koriş’in perspektif görüş alanına bile girmediğim halde. Bir bakıyoruz kaymaklı ekmek kadayıfı, kaymağı İtalyancası… Bir bakıyoruz serin bir jöleli pasta olmuş, jölesi çilekli… Bazen en içten sözleri en sıcak bakışlarıyla söylerken saklı çikolatası akan leziz bir sufle kadar cezbedici, ama en çok da balkabağı tatlısı gibi, üstelik bol cevizli... Hikâyemizin külkedisi Defne olsa bile, çoğu sefer çiçekleri elinde, tebessümü yüzünde, öpücüğü dudaklarında, yani mütemadiyen hevesi kursağında kalan külkedisi değil de beyaz ATV’li prensimiz olunca, balkabağına dönüşen de o oluyor gözümde ve dolayısıyla bu turuncu tatlı hakkımı da yine ondan yana kullanıyorum.

Ömer İplikçi aslında bu hikâyenin senaryo-çekim-oyuncu takım oyunun her birinde hanesine tik attıran en başarılı ve -üzgünüm aynı zamanda da- tek örneği. Veya örneğiydi mi demeliydim? O kendine has mimiklerini engeller ardından izlemediğim günleri özlemedim dersem yalan olur. Veya siz deyin Ömer İplikçi’nin ben deyim Barış Arduç’un kirpiklerini saymaya gönüllü binlerce kızımızı ekranları başında zor tutsak da, biraz mesafe lazım değil midir her yakın şeye? İlk 20’den öncesine bakacak olursak kesinlikle öyle! Ne güzel tatlı tatlı konuşuyorduk, nereden geldik ki şimdi bu isyan noktasına diye kızanlar…

Şimdi hemen bir doz fıstık ezmesi kaşıklayan Ömer alıyoruz ve hangisinin daha tatlı olabileceğini düşünürken sinirlerimizi de içimizden atmış oluyoruz. (‘En keskin sakinleştiricilerimizin hep ilk 20ye denk gelmesi de mi gol değil?’ demeden gitmeye de gönül razı değil ama…)

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER