The Walking Dead: Olmaz olsun çocukluğum...

The Walking Dead: Olmaz olsun çocukluğum...
Bir çocuk vardır. Doğar, emer, emekler, yürür, oynar, okula gider ve ergenliğin sorunlarını barındırmaya başlar. Bu çocuk bir iken bin olur, bin iken yüz bin… Her çocuğun bir evreni vardır elbette ancak doğada kanunlarını uygular her daim. Mesela yürümeye başlayan bir çocuktan koşması beklenemez ya da “anne” demeye henüz başlamış bir bebeğin asla “Where Have You Been’i” söylemesini beklemeyiz. Her merdivenin basamağı vardır ve üstteki basmağı çıkmadan ondan sonrakiler için hayal kurmayız. Her şey normalken böyledir, insanlar insanken kurallar böyle işler. İnsanlar öldüğünde kurallar böyle süregelir, ölüler mezara koyulduğunda kuralların bir sıralaması olur; kısacası insan öldüğünde ve bir daha kalkmaması için gömüldüğünde her çocuğun bir hayali, her hayalin bir dayanağı olurdu.

Eskiden böyleydi. Eskiden katil adam, soyduğu bankadan çıkarken, bankacı tarafından vurulduğunda ölürdü. O zaman her şey normaldi ve okula giden çocuğun tek hayali doktor olmaktı, ressam olmaktı, astronot olmaktı.
Eskiden böyleydi, şimdi değil. Şimdi katil adam, dostunu öldürmek için ormandan çıkarken, dostu tarafından öldürüldüğünde yeniden kalkıyor ayağa… Şimdi hiçbir şey normal değil ve okula gidemeyen çocuğun tek hayali yaşamak, hayatta kalmak, ISIRILMAMAK!
 
Ne gariptir ki bir çocuğun asla şahit olmaması gereken bütün olayları tek tek yaşayan, günümüzde olsa psikolojisi alt üst olacak her durumun bizzat içinde olan bir çocuk büyüledi beni: Carl Grimes. İkinci sezonun ilk bölümün ilk sahnelerini hatırlamayanınız yoktur. Büyük bir aylak ordusu otobandan geçip giderken, neredeyse on dakikayı aşkın sürede ellerim ağzımda donup kalakalmış ve yanımda biten zombilerin nefesini ensemde hissetmiştim.

İzlediğiniz bir şeyin kokusunu alabilir misiniz? Ben aldım, alıyorum. Aylaklar taze et kokusu almasın diye grup, ölü cesetleri üzerine aldığında o çürümüş bedenlerin küflü kokusu burun direklerime asılmıştı. Ve o kokudan tiksinirken aynı zamanda iki küçük çocuğun ölü yaratıklar tarafınsan sarıldığı bir meydanda çıldırmadan, ağlayıp bağırmadan kalmaları… Aynı çocuğun çürüyen bir cesedin silah torbasını çekip kendi yaşıtlarının “oyuncaklarına” baktığı hayranlıkla bakması, eline bir silah istemesi ve olası bir aylak saldırısında her şey normalmiş gibi hareket etmesi ve ölü bir yaratığın gözlerinin içine bakabilecek yüreğe sahip olması…

Bir çocuk gerçekten böyle olabilir mi? Doğasına aykırı düşen eylemlerini değişen dünyaya ayak uydurabilir mi? Bir çocuğu bilinçsizce değiştiren dünyanın karanlığı bu kadar keskin olabilir mi? Bir çocuk, çocukluğunu yaşamadan  olgunlaşabilir mi?

Hayalini kurar olduk, yaşayabileceğimiz güzel bir vadinin
Umudumuzu kesmeden, hep daha iyi bir yaşam vaadinin

                
Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER