The Walking Dead'in ikinci sezon hikayesinde beni etkileyen karakterlerden
biri de Daryl Dixon… Sophia’yı aramaya çıkmayı bahane edip yalnız kalma
amacıyla ormanda devriye dönerken, zamanla adeta başka insanların umudu olmayı
başarabildi. Ağabeyinin, yani aslında eskiden olduğu şeyin kafasını
kurcalamasına izin vermedi. Daha önce bir başkası için çaba göstermediğinden,
yaptığı bu şeyin “kullanılmak”
olup
olmadığı karmaşasını yaşadı, takımdan bağımsız yaşadı çoğu zaman ama ilk kez
kendi için değil, grup için bir şeyler yapmanın tadını aldı.
Bu korkunç dünya
düzeni nasıl bir çocuğu olmaması gereken bir şekilde olgunlaştırıyorsa, en bencil
insanı da fedakârlıklarla tanıştırabiliyor. Herkes değişiyor, iyi ya da kötü
yönde ama değişim hep var, olmak zorunda. Alışageldik günlere meydan okuyan
eski dünya düzenin yok oluşu birçok kapıyı beraberinde açarken; aslında
kafalarımızda iki önemli sorunun çanlarını ayrı ayrı çalıyor; hangisi doğru,
hangisi mantıklı diye düşünüyorsunuz ama kendinizi çıkmazda bulup bir kez daha
orada olmadığınız için şükrediyorsunuz.
İnsan, yürüyen ölülerin olduğu
bir olmamışlıkta, insanlığını kaybetmeden, medeni varlığını koruyarak
yaşayabilir mi? Yoksa kıyamete sürüklenen bu düzende insan merhametini bir
kenara bırakıp yaşamak için zalimce öldürmeli mi? Yani Dale gibi, Rick gibi,
solucanlarla dolu bir çukurda bile insani duyguları koruyup adaletin sağlanması
devam edilmeli mi? Ya da Sahne gibi, solucanlar tarafından kemirilmemek için
yılan mı olunmalı?
Bu iki soru sezon boyunca işlendi ancak ben de kendime bir
soru sormadan edemedim. Eğer çukurdan çıkmayı başarabilirlerse, insan olarak mı
çıkmak isteyeceklerdi, yoksa yılan olarak mı? Cevabı sezon sonunda bize
gösterdiler elbette. Ama çok merak ediyorum, neredeyse imkânsız olmasına rağmen
aylakların olmadığı bir hayatın hayalini kurup yaşamaya devam etmek, bile bile
umutsuzlukta umudun hayalini kurmak, hep Carl’ın geyiğindeki masumiyet gibi,
ufacık bir ışığı gördüğü anda kana bulanmak ve ölmek ama ölememek…
Yazı devam ediyor..