--Dikkat spoiler var--
Dizinin hikâyesi şöyle başlar.
Sarah Manning (Tatiana Maslany) punk serseri bir kadındır ve bir gün metroda
tıpatıp kendine benzeyen bir kadını görür. Saniyeler sonra bu kadın metronun önüne atlayarak intihar eder.

Beth neden intihar etmişti ki?
Sarah kadının kimliğinin, hayatını çöplüğe
çeviren uyuşturucu bağımlısı eski erkek arkadaşından kurtulup, kızını kaçırıp
uzaklaşmak için iyi bir fırsat olacağını düşünür ve kadının yerine geçer. Ta ki
kadının bir polis olduğunu öğrenip, sırlarla ve klonlarla dolu yeni bir dünyaya
adım attığını anlayana kadar.

Sarah Beth olmaya çalışırken
Benista'nın Kadınları:
Orphan Black, Sarah ve klonları ile bize bir ayna tutar.
Bir tek Kadın hali mi vardır? Yoksa
farklı kadınlar ve kadınlık halleri olabilir mi? Birinci sezonda Sarah ve
klonlarını tanırken, aslında kadın olmanın pek çok farklı hallerini de çok iyi
anlatır dizi.
Sarah ve klonları bu anlamda
çok başarılı bir şekilde kurgulanmıştır. Eril söylemde pek çok kişi, Sarah ve
klonlara bakıldığında “aynı yüzü” gördüğümüz gibi, kadınlara baktığında tek bir
kadın görür. Sanki bir tek kadın doğası varmış ve sadece bir tek ve değişmeyen
kadın olma hali varmış gibi. Sarah ve klonlarının deneyimleri ile dizi boyunca
durmadan şu gerçeklikle karşılaşırız: “kadın fıtratı denen bir şey yoktur!”
Orphan Black’teki kadın
klonlar genetik olarak özdeş olmalarına rağmen aslında karakter, kimlik ve
benlik olarak tamamen farklı kadınlar. Tatiana Maslany bu farklılığı her klon
kadının kimliğinde, aksanında, mimiklerinde, bedensel duruşunda çok başarılı
yansıtıyor. Pek çok dizideki esas kadınlar ve karakterleri
aslında birbirinin aynısı gibidirler. Oysa ki şu ana kadar karşımıza çıkan
klonlara baktığımızda birbirinden farklı kadınlık hallerini görürüz. Örneğin,
Alison Hendrix heteroseksüel bir kadın, anne ve ev kadını iken, Cosima eşcinsel bir bilim kadınıdır.

Klonlarımızın beyni Cosima

Alison ve düzen tutkusu
Bir ben vardır bende, benden içeri
Başka bir deyişle, ataerkil
kültür kadını homojen görmeye çalışsa da, kadınlar farklı kimlik, deneyim ve
seçimlerden oluşan farklı bireylerdir. Bu nedenle, kadınlar cinsiyetlerine
(bacak aralarına) indirgenemez, Orphan Black dizisi bunu tamamıyla anlayan ve
gösterebilen bir dizi. Bu tamamıyla eril söylemin karşısında bir duruştur aslında. Aynı zamanda Orphan Black’in temel iddiası ve üzerine
kurulu olduğu fikir kadınların bireyselliğidir.
Bunu dizide yansıtan en güzel
replikte ise karakterlerden biri Sarah’ya şöyle sorar: “Yani, senden dokuz
tane daha mı var?” Sarah’nın cevabı ise dizinin feminist bir manifesto olduğunun
kanıtıdır: “Hayır, benden sadece bir tane var.”

Klonlarla tanışın
Pek çoğumuz kahraman ya
da anti kahraman erkek karakterlerle büyüdük, Tony Soprano, Behzat Ç. gibi. Çok
nadir, diziler kadınları birey olarak kurgular ve bize sürprizler sunar. Bir
röportajında Will Wheaton
Orphan Black’in neden
kadınlar üzerine kurulduğunu şöyle açıklar: “Genellikle televizyon, film ve
medyanın pek çok farklı alanında erkek bakış açısı standart olarak kullanılır.
Bu dizinin göstermek istediği: Hayır, bu dizide o yok. Kadınlar pek çok farklı
şey olabilirler.”
Pek çok dizide kadın karakterler
birbirleri ile konuşmazlar ve dizideki erkekler üzerinden tanımlanırlar. Orphan
Black’te ise kadın karakterler ve birbirleri ile ilişkileri hikâyenin özünü
oluşturur. Erkek karakterler ikincil önem taşır ama hikâyeleri kadınların
hikâyelerine göre daha önemsiz değildir.
Her klonun arkasında bir erkek var
İlk sezon boyunca klon kadın
karakterlerimiz düşmanlarını keşfetse de (Dyad Enstitüsü, Neo-evrimciler,
dini fanatikler ve Thomas gibi) dizi boyunca değişmeyen ve onları engelleyen tek
şey heteroseksüel erkeklerdir. Orphan Black’in erkek karakterleri bu zamana kadar
rastlamadığımız kahraman olmayan erkeklerdir. Bu nedenle bize
farklı erkekliklerin de olabileceğini ve erkek dediğinin güçlü, mantıklı, karar
ve yön veren olmayacağını da gösterir çünkü dizideki pek çok erkek karakter
irrasyonel, zayıf, kolayca manipüle edilebilen ve de şapşal erkeklerdir.
Dahası Orphan Black’teki erkek karakterler,
dizi tarihindeki kadın karakterlere yapıldığı gibi, onları harekete geçiren
kadınlar olmadan, eleştirel düşünemeyen atıl karakterlerdir. Her erkek
karaktere, onu diğer erkeklerden ayıran, onu belirlemek için en az bir seçici
özellik verilir: Alison’ın kocası Donnie, bir banliyö şapşalıdır; Tomas dini
bir fanatik ve Olivier kuyruğu olan bir kaçıktır.
Artı dizimizin romantik
ilişkisi diyebileceğimiz Paul karakteri bile alışageldiğimiz atletik vücutlu,
maço, askeri eğitimli olduğu için rasyonel ve kurnaz düşünebilen, kadını
koruyan ve ona yön veren bir erkek değil, Sarah’nın yedek kas gücü olarak
kullandığı, canı cinsellik çektiği zaman çağırdığı bir erkek olarak
resmedilmiştir. Örneğin Sarah Beth’in yerine geçince, Paul karşılaştığı bu
kadının Beth olup olmadığını sorgulamayan ve ne zaman “Hey, senin boynunda
kalıcı büyük bir iz yok muydu?” sorusu gibi şüpheye düşse, Sarah’nın cinsellikle
manipüle edebildiği bir erkek karakter olmuştur.

Paul ve Sarah cilveleşirken
Klonlar: Benim bedenim, benim kararım
Tüm bu atıllıklarına ve şapşallıklarına
rağmen dizideki erkek karakterler kurumsal güç ve zenginlikle ittifak
içerisinde oldukları için, dizideki klon kadınların temel düşmanlarıdır. Bu
nedenle bu kadınların onlarla mücadele etmekten başka çareleri yoktur. Bu tam
da feminizmin kadınlara fısıldadığı ilkelerden birini hatırlatır: kadınların özgürleşmelerinin önündeki en önemli
engellerden birinin ekonomik gücün erkeklerin elinde olmasıdır. Bunu aşmanın
yollarından biri birlikte bu yapıya karşı kadın kadına mücadele etmektir.
Dizi boyunca biz klon kadınların birbirlerini buldukları andan itibaren, birbirlerinden güç alarak özgürleşmelerini ve kendilerini keşfetmelerini görürüz. Örneğin, sıradan ev kadını hayatı olan, kendini çocukları ve kocasına adayan Alison kendisinin neler yapabileceğini, gerçek isteklerinin neler olduğunu, kendi cinselliğini ve gücünü keşfeder. Aynı şekilde Sarah kendi sınırlarını ve anneliğini sorgular ve daha önce hayatında olan erkeklerden bağımsız kendi ayakları üzerinde durabilen, güçlenen bir kadın olarak yavaş yavaş kendini keşfettiğine şahit oluruz.
Her
ne kadar dizideki kadın klonlar daha zeki, daha güçlü olsalar da Donnie, Paul
ve Vic "the dick" gibi parasal olarak finanse edilmedikleri için daha iyi
olmalarının önemi yoktur. Orphan Black’te, hayatta olduğu gibi, o parlak,
etkili kadınlar, düşmanları aşağı çekmek için, on kat daha fazla çalışmak
zorundadırlar.
Dizide bu mücadeleye ek, günlük
hayatta kadınların karşısına çıkan iki kurumsal güçle de mücadelesine yer
verilir: din ve eril bilim anlayışı. Her ikisi de kadın ve bedeni üzerinde hak
ilan edip, kadınlara rağmen kadınlar için “gerçekler” üretirler ve her farklı
kadını, inandıkları tek tip kadına çevirmeye çalışırlar. Eğer çeviremezlerse de
öldürürler. Bu nedenle dizi, kadın bedeni üzerindeki tahakküm ve buna karşı
mücadeleyi klonlar üzerinden başarılı şekilde anlatır.
Bu zamana kadar pek çok
klon hikayesi ile karşılaştık: Stepford Kadınları, Ada, Gattaca gibi... Ama bu
feminist bakış açısı ile Orphan Black klonlara farklı bir anlam katar. Dizideki
kadınlar genetik olarak özdeş olabilirler ama her biri farklı rahimlerin,
farklı çevrelerin, farklı biyolojik ve sosyal olayların ürünleridir.
Dizideki dini fanatikler klon
oldukları için farklı kadınları yine bir klon olan Helena’ya öldürtürler ve tek
amaçları Tanrı'nın yarattığı kadından farklı olan, Tanrı yapımı olmayan bu
kadınları yok etmektir. Bu nedenle içlerinden bir kadını dinsel ögelerle doğru
yola getirirler ve kadınların kurtuluşu için diğer farklı kadınlıkları yok etmesi konusunda ikna ederler. Günlük hayatta da pek çok kadının yine başka kadınlar (ve de
erkekler) tarafından “gerçek kadın” olmadıkları için ya da kadın fıtratına
uygun olmadıkları için eleştirildiğine, yok sayıldığına ve hatta
öldürüldüklerine şahit oluruz. Örneğin, dul kadınlara atfedilen yuva yıkıcı
damgası gibi, bir erkeğe radyodan şarkı istediği için öldürülen kadın gibi,
toplumda var olan görünmez kadın kodlarına uymadıkları için yok edilen tüm
diğer kadınlar gibi. Bu anlamda dizide bu klon kadınların kendilerine,
kimliklerine ve bedenlerine sahip çıkma mücadelesini görürüz ki bu şu an içinde
yaşadığımız topluma çok yabancı bir şeydir.

Öldüren Klon: Helena
Öte yandan dizideki bilim
insanları da bu kadınların bedenleri üzerinde söz sahibi olmaya çalışırlar. En
başından onları başka kadınların rahimlerinde, başka kadınların istekleri
dışında üreten onlardır. Klonların patentleri de bu bilim insanlarına ait olduğu için klonların bedenleri ile ne isterlerse yapabileceklerini düşünürler ve klon kadınların izni olmadan onların bedenleri üzerinde deneyler yaparlar.
Kadının
kendi bedeni üzerinde tek söz sahibi olma durumuna, "kadının bedeni kadının
kararı" durumuna müdahale eder dizideki bilim insanları. Örneğin, Sarah hariç
tüm klon kadınlar kısır olarak tasarlanmıştır ve Sarah bilim insanlarına göre
bir anomalidir.
Bu kadın klonların geçmişleri ışığında dizi bize tek tip anne anlayışı olmadığını
da gösterir çünkü dizide evli ve çocuklu anne karakterinden farklı koruyucu
anneler, taşıyıcı anneler, evlat edinen anneler, boşanmış anneler, bekar anneler
vardır.
Karikatür değil gerçeğiz
Orphan Black sadece kadınlara
ait konuları değil, cinsellik ve transseksüellik konularına da aynı hassasiyette
değinir. Örneğin, Felix karakteri (Jordan Gavaris tarafından canlandırılıyor)
dizilerde karikatürize edilen ve sadece cinsellikleri ile yansıtılan eşcinsel
karakterlerden farklıdır. Felix eşcinseldir ama sadece seksten ibaret bir birey
değildir.

Felix'in dünyasına buyurun.
Felix klişe eşcinsel karakterlerden
farklı olarak çok yönlü bir karakterdir: ressamdır, erkek kardeştir,
arkadaştır. Sarah ve klonlar hayatına girdiği andan itibaren, klonların
mücadelesine destek veren ve yardım eden bir karaktere de dönüşür. Felix aynı
zamanda seks işçisidir ve bu yaptığından utanmaz. Diğer karakterlerin hiç biri
onu seks işçiliği yaptığı için yargılamaz. Dizilerde böyle sempatik,
karikatürize edilmemiş, eşcinsel bir seks işçisi görmek çok olası değildir.

Delphine Cosima aşkı
Öte yandan, heteroseksüel
kadınlar ve erkekler dışında, klonlardan biri lezbiyendir. Cosima ve Delphine
Minnesota Üniversitesi'nde biyologdur aynı zamanda. Ne Felix’in ne de
Cosima'nın cinsel eğilimi onları tanımlayan tek unsurdur.
Klon Kulübü'ne Hoş geldiniz!
Tüm bu anlattıklarım sizi
feminist bir üslupla çekilmiş bilim kurgu, macera ve polisiye türündeki bu
diziye çekmiyorsa eğer yine de yazının hatırına pilot bölüme şans verin derim.
Yazı sadece ilk sezonu temel alarak yazıldığı için ikinci sezonda olaylar,
bakış açıları ve duruşları değişebilir ama yine de ilk sezonda bilim kısmına
çok değinmeyen dizide, ikinci sezonunda bizi erkek klonlar, bilimin insan
bedeni üzerindeki tahakkümü, dini fanatiklerin karşı çıkmaları ve adım adım
daha da güçlenen kadın klonların beklediğine eminim. Klon Kulübü'ne Hoş Geldiniz!