The Darkest Mind: Biraz X-Men biraz Stranger Things

The Darkest Mind: Biraz X-Men biraz Stranger Things
Son dönemde çocuk ve/veya genç oyuncuların başrolde olduğu bilim kurgu türündeki yapımların sayısında hızlı bir artış var. Ekranlarda Stranger Things, beyazperdede It ve The Girl With All The Gifts’in önderlik ettiği bu yeni akımın en yeni üyesi ise ilk bakışta bu yapımlara benzeyen ancak birçok yönüyle X-Men’i de hatırlatan Karanlık Zihinler (The Darkest Minds). Alexandra Bracken’ın kitabından uyarlanan filmin yönetmenliğini Kung Fu Panda 2 ve Kung Fu Panda 3 filmlerinin yönetmeni Jennifer Yuh Nelson, senaryoyu ise Chad Hodge üstleniyor.

Geçtiğimiz yıl vizyona giren Everything, Everything’le tanıdığımız Amadla Stenberg’in başrolde olduğu The Darkest Minds, dünya üzerindeki tüm çocuklarda bir mutasyonun görüldüğü fantastik bir gelecekte geçiyor. Hükümet tarafından toplatılan gençler ve çocuklar Nazi Almanya’sını hatırlatan toplama kamplarına yerleştiriliyor ve burada tehlike düzeylerine göre renklere (Yeşil, Mavi, Sarı, Turuncu, Kırmızı) ayrılıyorlar. Turuncu ve kırmızıların tehlikeli oldukları gerekçesiyle “imha edildiği” hikayede kahramanımız Ruby (Amandla Stenberg) insan zihnini kontrol edebilme gücü sayesinde bu kıyımdan paçayı kurtarmayı ve hayatta kalmayı başarıyor. Ancak aradan geçen yılların ardından kimliği açığa çıkan Ruby, Birlik adlı hükumet düşmanı bir örgüt tarafından kurtarılıyor. Yeni dostlarına güvenmekte sorun yaşayan Ruby şans eseri elektriği kontrol edebilen küçük bir kız olan Zo (Miya Cech), üstün zekalı Chubs (Skylan Brooks) ve tele kinetik güçlere sahip Liam (Harris Dickinson) ile tanışıyor. Yeni arkadaşlarına rengini belli etmeyen Ruby onlarla birlikte çocukların güven içinde yaşadığı gizli kampı bulmak üzere yola çıkıyor. Ailesiyle yaşadığı trajik olayın ardından eve geri dönmekten vazgeçen Ruby, üçlüyle beraber sonunda kampı bulmayı başarıyor. Ancak burada dört sıkı dostu yepyeni bir macera bekliyor.

Altıncı kitabı bu hafta piyasaya sürülecek olan The Darkest Minds serisinin aynı adlı ilk kitabından uyarlanan filmde serinin önemli karakterleri ve örgütlerini tanıyoruz. Bir tarafta çocuklar üzerinde bitmek bilmeyen deneyler yapan hükumetin, diğer tarafta ise çocukları birer askere dönüştüren Birlik’in yer aldığı savaşta Ruby ve sürpriz bozan olmaması için adını vermek istemediğim güçlü ve önemli bir karakterin çarpışmasına tanıklık ediyoruz. Kısa sürede birbirinin ebedi düşmanı olacak bu ikilinin ilk savaşını da izlediğimiz filmin sonu ise ileride kimi hangi cephede, kimin yanında, nasıl bir rolde göreceğimizi işaret ediyor.

The Darkest Minds’ı izlemeden X-Men tarzı hikaye ve karakterlerle karşılaşacağımı tahmin ediyordum zaten, ancak yine de daha farklı bir kurgu yaratabileceğine inanmıştım kendimce. Bu sebepten ötürü filmin beklentilerimi karşılayamadığını rahatlıkla söyleyebilirim, özellikle de adını söylemediğim düşman ve Ruby’nin bu kadar çabuk kanlı bıçaklı olmasını aklım almadı, saçma geldi yani biraz. Sanırım ben bu çocukların kendi başlarına hayatta kalma mücadelesinin biraz daha uzun olmasını isterdim, sivil yetişkinlerle karşılaşmaları farklı olabilirdi örneğin. Ama bir kitap uyarlaması olduğunu da unutmamak gerekli, yönetmen ve senarist belli çizgilerin dışına çıkamıyor. Söz konusu çocuk oyuncular olduğunda, hele böyle kalabalık kadrosu olan hareketli filmlerde, oyunculukları değerlendirmek daha da zorlaşıyor, zaten ön planda da olmuyor oyunculuk. Sinematik olarak ise hafızada kalır sahne sayısı hemen hemen hiç yok diyebiliriz, tabii ileriki filmlerde bütçe artarsa durum değişebilir. Zira Jennifer Yuh Nelson’ın Kung Fu Panda 3’teki estetik anlayışını çok beğenmiştim, bende kredisi olan bir yönetmen.

Açıkçası The Darkest Minds filmi pek de hafızada kalacak yapımlardan biri değil. Ama kitabı kapağına göre değerlendirmek de doğru olmaz, serinin devam filmlerinde hem yönetmenlik hem de hikaye anlamında bizleri şaşırtan hamleler görebiliriz. Serinin geleceğinden konuşacak olursak devam edeceğine olan inancım tam. Belki başka koşullarda, türün bu denli popüler olmadığı bir dönemde aksini söyleyebilirdim ancak akımın izinden gidiyor olmasıyla potansiyel sahibi bir yapım. Oyuncu kadrosu sebebiyle (oyuncuların tanınırlığı) elbette bir The Hunger Games olamaz, olmayacak ama yine de bir hayran kitlesi yaratacaktır. Büyük beklentiye girilmediği sürece keyif verecektir, ama ben yine de öncesinde ya da sonrasında The Girl With All The Gifts’e bir göz atın derim, benim nasıl bir film beklediğimi daha iyi anlamış olursunuz. Beklentimi karşılamasa bile keyif aldım, merakla olmasa da devam filmlerini kesinlikle bekliyorum.
 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER