Bu kızların geçmişlerini bilmediğimiz için olay bir
anda başlıyor. Kızların hayatları bir anda değişiyor demiştim. Filmin bu anlamda
başarısı şu: Kadın cinayetlerini münferit, sadece Doğu’da yaşanan olaylar sanan,
herhangi bir davanın takipçisi olmamış, kadına karşı şiddete dair haberlerle
pek içli dışlı olmayan, “Türkiye’de kadınlara kötü davranıyorlar ama nasıl?”ı
pek bilmeyen insanlara ayna tutması açısından çarpıcı olmuş. Anlatılanlar hemen
hemen her gün pek çok kadının başına geliyor, münferit vakalar değil! Bunu
göstermeye çalışması filmin başarısı sayılabilir. Ancak bu durumun iki yan
etkisi var.
Gülmek özgürleştirir.
Birincisi, hikayenin
kökleri olmadığı için sanki filmin senaryosunu yazmadan
önce oturmuşlar ve Türkiye’de kadınların başına gelen belli başlı olaylar nedir
diye sıralamışlar gibi hissediyor izleyen. Dahası o listenin hepsini, bu beş kız kardeşin başına getirelim
demişler gibi. Örneğin, aile içi taciz, bekâret testi, kanlı çarşaf gösterme, eve
kapatma, erken yaşta evlilik, zorla evlilik, intihar, aile içi şiddet, vs. Tüm
bunları hiç atlamadan beş kız kardeş üzerinden anlatınca “evet, bunlar Türkiye’de
var ama yeter!” diyor insan. Bir film için bu kadar kadın sorunu çok fazla.
Üstelik üstüne bir şey katmadan, eleştirmeden, yorumlamadan sadece
göstermişler. Bu da filmi didaktik bir yapım haline getiriyor. Sırayla tüm bu
bahsi geçen olaylar yaşanıyor ama filmi lanse ederlerken kullanılan “mücadele”den
eser yok. Bunlar başlarına geliyor o kadar. Ne arkası ne sonra ne olduğu ne de
bu kızların ne hissettiğine dair bir şeyler yok.
Bu durum da benim için ikinci sorunu akla getiriyor.
Filmde ataerkil toplum eleştirisi yerine, Batılı olmayan, modernleşmekte olan
topluma yönelik hali hazırda zaten var olan kalıplaşmış bir tavır sergilenmiş.
Filmde net bir şekilde oryantalist bir bakış açısı var diyemem ama başta Fransa
olmak üzere dünyadaki izleyicilerine “bak Doğu’da ve özellikle İslam
coğrafyasında kadınlar ne halde. Batı ise kadınlar için cennet” fikri sunulmuş.
Herkes için son durak: İstanbul.
Filmin sonuna bakalım biraz da. Biraz önce de bahsettiğim kentli, modern, Batılı bakış açısını filmin sonunda da görmek
mümkün. Lale baskılardan kaçarak İstanbul’a gidiyor. Ve film bitiyor. Peki ya
sonra? Film bu durumu bir kurtuluş olarak sunuyor. Başka bir deyişle, Lale
küçük-köylü kasabasından kurtulup, büyük şehirde yaşayınca tüm baskılardan
kurtulmuş olacak mı? Beyoğlu’nda partneri ile yaşayan
kadın öğretmeni O’na model olabilir ama bundan sonra kadın olduğu için modern, kozmopolitan
İstanbul’da hiç sorun yaşamayacak mı? Herkes için kurtuluş: İstanbul. Ne de olsa modern, büyük şehir ve Batılı!
Sorunlu noktalara rağmen, filmi genel olarak beğendim.
Çünkü film yazımda da anlattığım gibi kadına dair pek çok anlatılmayan konuyu ekrana
getiriyor. Belki bir sonraki adım bu konuların eleştirel alt yapısını sağlamak ve derinliği de olan hikayelerle ele almak olabilir.
Oscar serüveninde başarılar dilerim.
Siz filmi nasıl buldunuz?