DİKKAT! BU BİR
‘İNADINA AŞK’ EKİBİNE TEŞEKKÜR YAZISIDIR!
Hayallerin ister Kaf Dağı kadar ulaşılmaz ve ütopik, ister
su tanecikleri kadar ufak ve berrak olsun; her türlü onlara ulaşmak isteme
tutkunun yanında biraz tedirgin de olursun. Çünkü elde edeceğin fırsat sana şu
soruyu sordurur: “Ya yüzüme gözüme bulaştırırsam?” “Ya istediğim gibi olmazsa?”
“Ya iyi değerlendiremezsem ve kendimi hayal kırıklığına uğratırsam?” Kısacası
bitmek bilmeyen bir “Ya…” listesi yaratırsınız. Aynı şekilde çok sevdiğiniz bir
şey hakkında yorum yazmak da karşınıza bu listeyi çıkarır. Benim için ‘İnadına
Aşk’da bu listeyi kabarıklaştıranlardan.
Yaklaşık üç dört yıldır dizi, tiyatro
oyunu veya film hakkında yazı yazmadığımdan bu paslanmışlık hissi beni
korkutuyordu. Fakat başladığı günden beri izleyiciyi sıcacık iki ailenin
hayatlarına dâhil eden, içimizdeki inatçı damarı haklı çıkaran, bir nehir gibi
akan ve bir koreografinin parçasıymışçasına birbiriyle uyumlu ve bağlantılı
oyunculuk performanslarına tanıklık ettiren, “Bu dizi kara deliğin yetenek katılmış
farklı bir versiyonu resmen. Hangi oyuncu diziye dâhil olsa çok iyi oynuyor
diyorsun” dedirten, kanımca son yılların en ‘samimi’ işi ‘İnadına Aşk’a daha
fazla kayıtsız kalamadım. Evet, bu yazıyı bitirip okuduktan ve sitede
yayınlandıktan sonra o “Ya…” listesi daha da kabaracak ama her çarşamba
(eskiden Perşembe idi) ekranın karşısına geçip daha ‘Sinegraf Film’ ibaresini
görünce yüzümde bir tebessüm beliriyorsa bu yetenekli, özgür ve deli ruhlu
ekibe bir teşekkür’ü de borç bilip o listenin kabarıklaşmasına razı olurum.
Günlük mü dizi?
Aslında yazın Fox TV’de ‘İnadına Aşk’ın tanıtım
jenerikleri dönmeye başladığında, dizinin günlük yapımlardan biri olduğunu
sandım. Bir yanda inatçı erkekler diğer yanda ise onlardan da inatçı kadınlar
(Hemcinslerim kabul edelim, erkekler dinleme konusunda zayıflar evet ama biz de
yaradılış misali çok inatçıyız) deyim yerindeyse söylenip duruyorlar. Ortada
bir giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini daha tanıtım filminden anlayacağınız
bir hikâye yok. Aksine günlük hayatın çok içinden, nefes aldığınız her saniye
yaşadığınız durumlar var. Ve de en güzel yanı sosyal medya vb. yan araçlar da
yok. Kızan ve keçi inadını geçen inada sahip bu kadın ve erkekler sizin
yüzünüze bakarak durumu çatır çatır anlatıyorlar. Hal böyle olunca ve tabii ki
kadroda Taner Rumeli’yi görünce günlük dizi sanıp rafa kaldırdım. Sonra
Perşembe akşamları karşıma çıktı fakat tıpkı ‘Kiralık Aşk’ta olduğu gibi
başarısız ve de yetersiz tanıtım az kalsın ‘İnadına Aşk’ı da kurban durumuna
düşürüyordu.
Fakat o ilk izlediğim bölümde birbirine toleransı sıfırmış gibi
gözüken ama ‘aile’ kavramını yaratan Barutçu Ailesi’nin fertleriyle tanışınca
işin rengi değişti. Yaklaşık on Avrupa ülkesi dışında dünyanın hiçbir yerini
görmedim; ancak bir şeyden oldukça eminim ki dünya üzerindeki en güzel
topraklar Karadeniz’dir. Yakın zamanda Çamlıhemşinli bir esnafla
karşılaştığımda “Amcacığım bu gürültülü şehirde ne yapıyorsun mis gibi
Çamlıhemşin dururken” yorumuma “Haklısın, Çamlıhemşin’de sadece iki ses
duyarsın. Bir su sesi bir de bizum hanumun sesi” şeklinde karşılık vermişti.
İşte, Barutçu Ailesi de havasıyla, mavi ve yeşilin hoyratça dansıyla, sütüyle,
kemençesiyle, bıçak horonuyla, sert sıcaklığıyla, atarlılığıyla, insanıyla,
suyuyla kısacası kollarını kucak açtığı her şeyiyle güzel olan Karadeniz’den
geliyor.