15-16
yaşlarındaydım, distopya ile tanıştığımda. Daha ütopya ile bile tanışmamış
yaşta, distopya ile tanışmak... Kim bilir belki bu yüzden bu kadar rasyonalist,
mantık odaklı, anti-romantik bir tip olmuşumdur. 15 yaşındaki çocuğa –belki
kelime anlamı ile distopya değildir ama- Hayvan
Çiftliği ve Sineklerin Tanrısı
okutup, üzerini 1984, Fahrenheit 451 ve Cesur Yeni Dünya ile cilalarsanız, ondan Jane Austen romantizmine gözlerini kısan benim gibi gri tonlarında bir ruh çıkar.
Bugünün
15-16’lıklarının pek çokları ise distopya ile bambaşka bir şekilde tanıştılar. Susanne Collins ’in ilkini 2008 yılında
kaleme aldığı, bugün 65 milyonun üstünde satışa ulaşan, 51 dile çevrilmiş, en
çok satan seri olma ünvanını Harry Potter
’ın elinden almış Açlık Oyunları
serisinin büyüsünde, ergenlikten genç yetişkinliğe atıldılar. 2012’de
beyazperdeye aktarılan bu seri, sırasıyla Hunger
Games/Açlık Oyunları, Catching Fire /Ateşi
Yakalamak, Mockingjay/Alaycıkuş 1 &
2 ile, film başına 700 milyon dolar
üzerinde gişe yaparak tüm zamanların en başarılı film serisi olarak da bir
neslin hafızasına kazınmış durumda.
Jennifer
Lawrence’ın bugün dünyanın en “fenomen” genç kadın yıldızlarının başını
çekmesinin ardında, çok az şüphe götürür ki en fazla Katniss Everdeen’in payı
var. Henüz 21 yaşında Açlık Oyunları’nın
asi kahramanı Katniss olmaya soyunduğu zaman Lawrance, dünya çapında
milyonlarca genç kızın gözbebeği olacağını, yandan dağınık örgülü “Katniss
saçı” gibi akımlarla kitleleri peşinden sürükleyeceğini, mecazı geçip gerçek
anlamda başlarının tacı olacağını tahmin eder miydi? Bu derecesini değil, pek
sanmam.
Hedef kitlesini
popüler tabirle “genç yetişkinler” olarak belirlemiş roman, yaş itibariyle beni ıskaladığından,
Açlık Oyunları’nı beyazperdede yakalayan neslin üyesiyim. Ve kim bilir arkamda benim gibi kaç nesil
daha var. Tüm bu nesiller olarak sinema salonlarını doldurup Açık Oyunları’nı
toplamda 2,5 milyar doları aşkın gişesiyle tüm zamanların en büyük
yapımlarından biri yapan bizlerin, belki o 15-16’lıkların Katniss’in
yolculuğundan çıkardıklarından çok farklı çıkarımları var. “Ergenler neler
izliyormuş” merakıyla Twilight/Alacakaranlık
izleyip “Edward mı Jacob mu?” türünden eyyorlamalara pek benzemeyen; daha
derin, daha katmanlı, kimi zaman daha karanlık çıkarımlar bunlar.
“Hayali bir
dünyada, totaliter rejimin baskıcı politikalarının bir sonucu olarak çocukların
diğer çocukları öldürmesi üzerine kurulu oyunlar”ı anlatan Açlık Oyunları’nın;
gerçek dünyada o çocukların yaşındaki milyonlarca çocuğun okur yazarlık ve
izleyicilik algılarını değiştiren / şekillendiren popüler kültür öğelerinden
biri olması, dehşet verici bir şekilde muazzam değil mi sizce de? Sırf bu bile
Açlık Oyunları’ını izleyip ne anlamamız gerektiğine daha yakından bakmak için
yeterli sebep. Bunu yaparken hava çokça kararacak olsa da.
Güç, kahramanlık,
isyan, devrim gibi nosyonlar konusunda söyledikleri ile Star Wars’dan Matrix’e, Harry Potter ’dan Yüzüklerin Efendi’sine uzanan sayısız “dünya” ile kurduğu paralellikler
yadsınamaz Açlık Oyunları’nın. Veya imaj, algı yönetimi, propaganda ve
manipulasyon gibi konularda, elimizin altında veya duruma göre tepemizde
varyasyonları günden güne çeşitlenen “medya” hakkında söyleyecekleri de var; “gulity-pleasure”
listemizin tepesinde oturan muhtelif yarışmalara, realite show’lara dokunduran.
İktidarın, gücün; onu arayan herkesi çürütüp yozlaştırması, savaşın kimi içine
alırsa alsın mutlak suretle yıkması üstüne söyleyecekleri; yaralarımızı acıtsa
da duymadan geçmek istemeyeceğimiz türden. Biraz da bunlar dolduruyor bizi
zaten, Katniss saçı yapıp gelmiş 15-16’lıkların peşi sıra sinema salonlarına.
Ve günün sonunda biz de en çok Katniss’i duymak için geliyoruz, çünkü onun
söyledikleri aslında tüm söylenenler içinde en fazla ezber bozan.