Kiralık Aşk: Aranan kan ilk bölümde bulunmuştur!

Aranan kan bulunmuştur!
Duygu Tombak

Kiralık Aşk’tan çok büyük beklentilerim vardı. Günleri sabırsızlıkla saydım diyebilirim. Hatta düşünüyorum da en son hangi diziyi, damadın annesi gibi, böyle tatlı tatlı omuzlarımı titrete titrete, Aydilge’nin sesinden gelen jenerik müziğine eşlik ederek karşılamıştım? Evet, buldum! Ruhumun Aynası! Geçen sene hevesi kursağımızda kalan romantik komedi ihtiyacı, yine, Müge Turalı Pak yapımcılığında karşılanıyor, İyi ki var. ^.^

İlk bakışa oyuncu seçimiyle başlamak istiyorum. Levent Ülgen’den Elçin Sangu’ya, Barış Arduç’tan Sinem Öztürk’e kadar herkesin elbisesi o kadar güzel dikilmiş; onlar da o elbiseleri o kadar güzel doldurmuşlar ki ekranda gördüğümün kurgu olduğunu unutmuş, bir ara Defne’yi (Elçin Sangu) en yakın ilan etmeye kalkışmıştım. Salih Bademci’yi gözümün nuru Ulan İstanbul’da Ceyhun olarak bırakmıştım, Kiralık Aşk’ın Sinan’ı olarak buldum. İyi ki de bulmuşum. Şen kahkahalar atan, biraz züppe, biraz da havalı Sinan’ı çok sevdim.

Ferdi Merter ise benim için hala Turist Ömer Uzay Yolunda filmindeki yakışıklı Doktor McCoy. Allah başımızdan eksik etmesin. Hikâye oyuncuların omuzlarında yükseldi, ilk bölüm itibariyle inanmadığım bir karakter olmadı. Zaman içinde bu sözümün altının daha da dolacağını düşünüyorum. Su akacak, yolunu bulacaktır. Ama özellikle Defne ve Neriman’a fazladan inandım. Defne’nin yoldaşı, Neriman’ın askerleriyiz! Yani, demem o ki karakterler ise ilk bölümden derdini anlattı. Sıkıntı yok, bekleme yapma!


Turist Ömer Uzay Yolunda (1973) filminin senaristinin de Ferdi Merter olduğunu biliyor muydunuz?

Panoramik İstanbul görüntüleri eşliğinde Ömer’in ve Defne’nin evlerini hazırlayan ve oyuncuların güzelliklerini ortaya çıkaran, yaza uygun cıvıl cıvıl kostümler giydiren sanat ekibine de kocaman sevgilerimi yolluyorum. Pembeler, turuncular –ki turuncu bizim işimiz-, yeşiller, maviler resmen içimi açtı. Hulusi Bey’in (Ferdi Merter) fular detaylı kostümü ise zarafetten yıkılıyordu. Kullanılan dilin de özenle seçildiği belliydi. Espriler ne çok fazla, ne çok azdı. Komik olmak adına gereksiz toplara girilmemiş olması çok güzeldi.

Tek endişem ise tüm bu saydığım güzel unsurların ilk beş, bilemedim on bölümde tükenmesi. Başta Ömer ve Defne’nin hikâyesi olmak üzere genel izlenim gösteriyor ki yeri gelecek çok eğleneceğiz, yeri gelecek boğazımız düğüm düğüm olacak. Tüm bu duygu değişimlerine rağmen Cuma akşamlarını iple çekerek, her hafta aynı keyifte, en azından aynıya yakın, tat alırsak ne âlâ. (Elbette temennimiz de bu yönde.)

Teşbihte hata olmaz derler. Ben de, naçizane, bu dizi işlerini parmak izine benzetiyorum. Uzaktan baktığında hepsi birbirine benziyor ama yakından incelediğinde görüyorsun ki hiçbiri aynı değil. Kiralık Aşk’ta da Yeşiçam’dan ya da başka hikâyelerden esinlenmeler olur, olabilir, olacaktır, varsın olsundur. Ama ilk bölümden kendine o kadar çekti, derdini o kadar keyifli anlattı ki sanki zaman durdu. İlk defa “Bu diziler çok uzun yeeağğ!” diye söylenmedim. (Ama evet, diziler çok uzun.) Gözüm, gönlüm açıldı. Uzaktan bakıldığında başka işlere benzetmek mümkün olsa da kendi içinde rengârenk bir diziyle karşı karşıyayız. Etrafımız sarıldı. Bize düşen, elimizdeki kumandayı yavaşça yere bırakıp, Kiralık Aşk’ın tadını çıkartmak.

Tüm bu yazdıklarımdan da anlaşılıyor ki ben, Kiralık Aşk dizisine oturmaya değil, yatıya gelmişim. Günü değişmediği müddetçe cuma akşamları tam saatinde ekran başında olacağım.

O halde ilk bölüm duamı yapıştırıyorum: Tanrı onları reyting canavarından korusun, emeklerini boşa çıkartmasın. Mucizelere olan inancımızı güçlendiren uzun soluklu bir iş olmasını dilerim.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER