Andy & Lana Wachowski kardeşler, ilk defa bir TV
yapımı için kolları sıvadılar. The Matrix serisi, Cloud Atlas, V
for Vendetta gibi önemli filmlerin senaryosunu yazan Wachowskiler, Sense8
adlı yeni bir bilim-kurgu dizisini kaleme aldılar.
İkilinin aynı zamanda iki bölüm için yönetmenliğini üstlendikleri dizinin
konusu şöyle: Farklı ülkelerin farklı şehirlerinde yaşayan ve birbirini
tanımayan sekiz kişinin, istemsiz bir şekilde aniden birbirleriyle zihinsel bir
bağ kurmaları ve sonrasında karşılaştıkları tuhaf durumlar yaşanmaya başlanır.
Seul'da yaşarken Nairobi'de dövüşebilmek .
Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan sekiz ana karakter
var. (Karakter tanıtımları için sayfanın sonundaki yazıyı tıklayın lütfen) Bu sekiz birbirini tanımayan kahraman Chicago,
London, Nairobi, Seoul, Mexico City, Mumbai, Berlin, ve San Francisco’da
yaşıyorlar. Her birinin anlatıları ve problemleri var. Bazı hikayeler
farklı kültürel klişelere dayanıyor. Örneğin Lito (Miguel Ángel Silvestre) Meksikalı yakışıklı bir televizyon starı
ama gey. Gey olduğunu saklıyor ve bir başka televizyon starı olan seksi bir kadınla
pozlar veriyor. Diğer tarafta Londra’da yaşayan ideal polis memuru Will (Brian J. Smith) ve onun teşkilattaki mücadelesi var. Zengin olduğu için
istemediği bir adamla evlendirilen Hintli Kala'nın da (Tina Desai) mücadelesi yerel kültürün yarattığı klişelere dayanıyor Her bir karakter ise, henüz bilmediğimiz bir şekilde, birbiri ile
bağlantılı.
Angel: ölürken diğer sekiz kişiyi doğuran kadın
Dizinin ilk bölümü, Angel (Daryl Hannah) depoda ölmek üzere iken (aynı zamanda başka türlü bir
doğum yapıyor) Jonas (Naveen Andrews)
adlı pisişik koruyucunun yeni gelen sekiz kişinin geleceği hakkında konuşmasıyla
başlıyor. Dizinin büyük ihtimalle kötü karakteri depoya geliyor ve olaylar
başlıyor. Bu andan sonra bu sekiz kişi Angel’i ve yaşadığı olayları görmeye
(hissetmeye-sense) başlıyor.
Karakterden karaktere atladıkça, her birinin
hayatlarının bir anında, kilometrelerce uzaktaki bir diğerini hissedip, onun
dünyasında yer aldığını görüyoruz. Birbirinin dünyasında yer alan karakterler
birbirlerinin özelliklerini de ödünç alıyorlar.
Dizinin ilk üç bölümü karakter anlatımına ayrılmış.
İlk bölüm ise ilk 30 dakikadan sonra sizin sabrınızı zorluyor. Bir ara Wachowski
kardeşlerin izleyicileri “ne kadar dayanabilecekleri konusunda” test
ettiklerini düşündüm. Genel olarak Sense8
Heroes gibi bir başlangıç yaptı. Doğaüstü güçler
yerine sekiz karakterin birbirine geçmiş hikayeleri. Aslında hikayenin bir
potansiyeli var. Ancak Wachowski kardeşler bu potansiyelle ilgilenmiyorlar ya
da sindire sindire bu hazza ulaşmamızı sağlamaya çalışıyorlar gibi. Dizinin ne anlattığını henüz anlayabilmiş değilim.
Karakter anlatılarının yerine artık genel konunun ayrıntılarına insek fena
olmaz gibi. Önceki yapımlarına güvendiğim için sabırla izlemeye devam edeceğim.
Bunun yanı sıra dizinin, bence, en ilgi çekici yanı,
bu zamana kadar izlediğim dizilerden farklı olarak, LGBTI hareketi ve onur
yürüyüşlerine dikkat çekici bir şekilde yer vermesi. Demek istediğim, diğer
dizilerde olduğu gibi sadece eşcinsel karakterler ve onların ilişkileri yok.
Bu karakterlerin mücadeleleri de ele alınıyor. Belki de Lana Wachowski’nin kendi kişisel deneyimlerinden dolayıdır.
Dizide de Lana Wachowski gibi transgender bir kadın bulunmakta. Nomi (Jamie Clayton) ve onun kız arkadaşı Amanita'nın
(Freema Agyeman) hikayeleri beni diziye bağlayan unsurlardan. Freema Agyeman'ı Doctor Who dizisinde doktorun yoldaşı rolünü oynarken sevememiştim. Buradaki karakterini ve performansı beğenmeme rağmen, görsel olarak oyuncu ile bir bağ kuramıyorum.
Bence Sense8’in
genel mesajı empati üzerine kurulu. "Kim olursan ol, nereden gelirsen
gel, birbirimizin hislerini ve deneyimlerini anlama yeteneğine sahibiz" diyor. Bulut Atlas’ı (Cloud Atlas) filmlerinde olduğu gibi dizi bize şu mesajı
veriyor: Derinlerde bir yerlerde, farklı bedenlerde de olsak, aslında aynı
ruhlara sahibiz. Alejandro González
Iñárritu’nun Babel filminde
anlattığı gibi dizi evrensel bir insan ıstırabı yaşandığını gösteriyor. Karakterlerin
bir anda birbirlerinin yanında belirmesi de sembolik olarak sınırların
sadece kâğıt üstünde olduğunu yaşanılan acıların ve problemlerin sınır
tanımadığını vurguluyor.
Sense8 artıları ve eksileri olan bir dizi. Diziyi sevip sevmeyeceğiniz
dizinin anlattığı hangi unsura takılacağınıza bağlı. Diyaloglara takılırsanız
pek hoşlanmayabilirsiniz. Görselliğe odaklanırsanız
zaten gözünüzü alamazsınız. Action sahneleri harika, panoramik görüntüler
inanılmaz. Çekim ve kamera kullanımı bu bir Wachowski yapımıdır diye bağırıyor.
Dizinin çarpıcı iki performansına sahipler
Oyuncu kadrosu ve performanslara
takılırsanız gerçekten şok edici oyunculuklar ile karşılaşabilirsiniz. Özellikle
DJ rolündeki Tuppence Middleton, Jamie Clayton ve onun kız arkadaşı rolünde Freema
Agyeman’ın performasları çarpıcı. Fakat dizi içerisindeki hikâyeleri, bu
performanslara kıyasla durağan.
Sense8 sindirmesi zaman alan bir dizi. Çok fazla hikaye ve karakter anlatısı var. Ancak bunların derininde yatan ve karakterleri birbirine bağlayan temel hikayeye ulaşmak için satır aralarını kazımak gerekiyor. Wachowski kardeşlerin sizde kredisi var ise sabredip, izleyin. Çünkü "İzledikçe gelişecek" (ya da gelişecek-umuyorum) mesajı veren bir bölüm olmuş.