Herkese merhabalar! ^.^ Yazı yazmayalı ve sizlerle
buluşmayalı o kadar uzun zaman oldu ki… Umarım beni özlemişsinizdir, çünkü ben
sizleri özledim. Görüşmediğimiz süreç içerisinde de, yazarlık biyografime
yazdığım hayallerimi gerçekleştirmekle meşguldüm. Ancak, şimdi gelelim asıl
konumuz olan, Tv8 ekranlarında
başlayan Doğduğun Ev Kaderindir’e…
Açıkçası dizinin ismini iddialı bulduğumu itiraf
etmeliyim. Gerçekten, doğduğumuz ev kaderimiz midir? Ya da başlı başına, kader
nedir? Mesela bana göre, hiç kimse, kimsenin kaderini yazamaz. Kaderimizi biraz da kendi
tercihlerimiz belirler. Aslında bu, üzerine konuşulması ve düşünülmesi gereken
ve oldukça tartışmaya açık bir konu. Ama benim dizinin ismini ilk duyduğumda
aklıma gelenlerden biri, -evlatlık
verildiği için- Steve Jobs’tu. O da başka bir ailede doğdu. Ama büyüdüğü
aileyle beraber, hayatı bambaşka bir yöne gitti. Aynı zamanda, anne tarafımda da
böyle birkaç hikaye olduğu ve net gözlem yapabildiğim için söyleyebilirim ki;
doğduğumuz ev değil, büyüdüğümüz ev kaderimizdir.
Genelde evlatlık verilen çocuklar, ya ailelerini hiç
tanımıyorlar ve bilmiyorlar, ya da onlarla asla görüşmemeyi tercih ediyorlar.
Bu noktada Zeynep’in hikayesi diğerlerinden ayrılıyor diye düşünüyorum. Zeynep
haklı olarak çok arafta… Çocukluk travmalarını atlatamamış, onca kalabalığın
içinde, kendini arayan, ne istediğini bilemeyen, nereye ait olduğunu
kestiremeyen, Zeynep… Zeynep gerçekten nereye ait? Hangi dünya onun dünyası?
Bence o ikisine de ait değil. Zeynep’in kendi dünyasını kurmaya ve kendini
bulmaya çok ihtiyacı var.
Çünkü Zeynep’in hayatında herkes söz sahibi. Herkes
Zeynep’in vicdanına oynuyor. Bir yandan Nermin-Ekrem, bir yanda öz anne-babası…
Bölümde Zeynep’le hissettiğim şeyler böyleydi.
Bölüm sonu ben temsili...
Demet Özdemir ve İbrahim Çelikkol’un, benim için
ortak özelliği, ikisini de kariyer yolculuğunun ilk başından beri izliyor ve
takip ediyor olmam. İkisini de başarılı buluyorum ve doğru hikaye, doğru
sahnelerle çok iyi işler çıkartacağına inanıyorum. Bir kere İbrahim Çelikkol’un
kendine has bir tarzı var bu tip roller ona çok yakışıyor. Demet Özdemir’in de
drama yakışacağını düşünenlerden olduğum ve önceki işini hiç izlemediğim için, No:309’un peşine, dramla dönmüş gibi
oldu benim açımdan. Bölümde Mehdi’yle Zeynep’in yan yana geldiği birkaç sahnede
çok güzel bir enerji hissettim. Ve bölümün sonlarına doğru; keşke dedim keşke
böyle başlamasaydı hikayeleri…
Yazı devam ediyor..