*“Ağır karanlığın sisli gecelerinde bir çığlık yükselir… Sadece vicdanı olan duyar.”

*“Ağır karanlığın sisli gecelerinde bir çığlık yükselir… Sadece vicdanı olan duyar.”
“25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Türkiye’deki tablo, ihtiyaç duyulan mücadelenin boyutlarına dair fikir verici nitelikte. 2010‘dan bu yana en az 1915 kadın öldürüldü. Öldürülen her iki kadından birinin faili kocası veya erkek arkadaşıydı. En az 396 cinayet ayrılık veya boşanma aşamasında gerçekleşti. 355 cinayetin öncesinde kadınlar şiddet, taciz veya tehdide maruz kalmıştı. En az 237 cinayet, kadınların güvenlik endişesiyle resmi bir başvuruda bulunduğu halde işlendi.” –CNN TÜRK
 
Her gün, korkunç bir şekilde, kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz haberleriyle sarsılıyoruz. Ama öyle bir hale geldik ki; ahlanıp, vahlanıp, belki birkaç damla gözyaşı döküp, sosyal medya hesaplarımızdan kınama yazıları yayımladıktan sonra, hayatımıza geri dönüyoruz. Bu döngü, ne acı ki; böyle sürüp gidiyor... Kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz elbette sadece Türkiye’nin değil, dünyanın kanayan yarası. Dünya geneline baktığımızda, her beş kadından biri, tecavüze uğruyor. Her üç kadından biri de şiddet mağduru. Kadınlar sadece fiziksel değil; ekonomik, psikolojik, sözel ve cinsel şiddete maruz kalıyorlar. Ve bazı şeyler düzelip, bir nebze de olsa, iyiye doğru gideceğine, gitgide daha kötü bir hâl alıyor.
 
Kadına şiddet konusuyla ilgili saatlerce konuşabilir, yazabilir ve örnekler verebilirim. Ama şu anda konumuz, kadına yönelik şiddete dikkat çeken, bu akşam Atv ekranlarında izlediğimiz Sen Anlat Karadeniz…
 


Sen Anlat Karadeniz daha cast aşamasındayken, canım senarist Ferda Eryılmaz’dan birkaç tüyo almıştım. Konusunu biliyordum. Sosyolojik bir olgudan bahsediliyor olması, aynı zamanda dram olması -Ortilerin dram yazmasını çok istiyordum çünkü- beni aşırı heyecanlandırmıştı. Üstelik Ferda, “Hüngür şakır ağlaya ağlaya yazıyoruz.” deyince, tamam dedim efsane bir iş izleyeceğiz. Nitekim öyle de oldu. İlk bölümdeki şiddet sahneleri, Nefes’in gözyaşları yüzümüze bir tokat gibi çarparken, hikayenin dinamiği, sahnelerin geçişi, Karadeniz’in enerjisi, bizi vicdanımızla beraber güzel bir hikayenin içine sürükledi.
 
İzleyince, dizinin kadrosundaki her oyuncuyu teker teker sevdiğimi fark ettim. Tek sıkıntı, “Trabzon ağzı, Karadeniz şivesi”ydi, ne yazık ki... Bir bölgenin şivesini yapmak hiç kolay bir şey değil, kabul ediyorum. Ama bu konu üzerinde oyuncuların biraz daha fazla durması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bölüm boyunca bir türlü oturmayan, taklit edilmeye çalışılan, Trabzon ağzı güzel sahnelerin arasında çok eğreti kaldı. Hatta izlerken “Acaba keşke Karadeniz şivesi yapmasalar mıydı?” dediğim anlar oldu.
 
Ulaş Tuna Astepe çok başarılı bulduğum ve izlemekten aşırı keyif aldığım bir oyuncu. Dizinin ilk tanıtımını izlediğimde, onun olduğunu görünce gözlerimden kalpler çıkartmıştım. Astepe, Deli Tahir rolüne öyle güzel yakıştı, öyle abartmadan, aşırıya kaçmadan, öyle tatlı tatlı oynadı ki… Son sahneyle beraber lakabının da hakkını verdi. Bölüm boyunca, “Biz Tahir kadar cesur olabilir miydik?” diye düşündüm. Onun kadar cesur olmadığımız gerçeğiyle de, bir kez daha yüzleştim elbette. Biz hepimiz Tahir olursak, değişecek bir şeyler. Biz görmezden gelmediğimizde, susmadığımızda, banane demediğimizde, değişecek bir şeyler.


Yazı devam ediyor... 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER