Ölene Kadar: Adaletin bu mu dünya?

Kefaret, intikam ve aşkın hikayesi
Debbish
  
Tutkunu olduğum çok az dizi vardır; bunlardan biri de Kara Para Aşk’tı. Tuba Büyüküstün sayesinde izlemeye başladığım bu diziyi finaline kadar soluksuz izlememi sağlayan Engin Akyürek’in o muhteşem oyunculuğuydu. İlk kez kendisini Kara Para Aşk’ta izleme fırsatına sahip olmuş ve birçok sahnede performansıyla uslanmaz hayranı haline gelmiştim. Dizi ekranlara veda ettiğinden beri heyecanla yeni başlayacak projesini bekliyordum. İlk önce çıkan dedikodular, ardından belirlenen ekibin açıklaması ve arka arkaya yayınlanan fragmanlar ile Ölene Kadar başlamadan beni etkisi altına almıştı. Her ne kadar Fahriye Evcen faktörü kafamda hafif şüpheler uyandırsa da, her gelen yeni fragman bu şüpheyi gün geçtikçe yok etmişti. Uzun süren bir geri sayımın ardından ise genellikle Cesur ve Güzel’e kiraladığım perşembe akşamında Ölene Kadar için ekran başına oturdum.
 
İtiraf edeyim, çok fazla dram dizileri sevmem. Romantik-komedi ve romantik-aksiyon konular daha çok ilgimi çeker. Ölene Kadar’ın hikayesi de okuduğum kadarıyla tam da bana göreydi. Ancak nedense ilk bölüm hikayeye giriş nedeniyle biraz yavaş geldi. Evet, Dağhan’ın yaşadığı aşk ve neden hapse girdiği önemli bir ayrıntıydı ama sanki beklediğimden daha uzun sürdü flashback’ler. İzlerken kafamda oldukça aksiyonlu bir fragman gösteren Cesur ve Güzel’de ne olduğu dolanıyordu ve sürekli “Günümüze ne zaman geleceğiz?” diye düşünüp duruyordum. Eğer bir Engin Akyürek hayranı olmasam ve hikayeyi daha önce okumasaydım kanal değiştirebilirdim. Ancak bazen bir oyuncuya olan sonsuz sadakat beraberinde sabrı da getiriyormuş. İyi ki de getirmiş! Biraz içimi sıkan o karanlık geçmişin ardından Narin’in ipucunu bulma keşfinin hikayesi, ardından Dağhan’ın kurtulabilme ihtimaline karşı yaşadığı duygu karmaşasıyla bir anda ruh halimi değiştirmiş ve anında diziye kendimi kaptırmıştım. Üstelik Selvi o ekran görüntülerini anlattıkça Dağhan ve kendi yüzündeki o ifadelerle hayatımda ilk kez bir dizinin ilk bölümünde gözümden yaş aktığını da söylemeden geçemeyeceğim. Genellikle karakterlerle kendimi özdeştirdiğim zaman bu şekilde etkilenirdim, ya Engin Akyürek kesinlikle şahane bir oyuncu ya da ben kendisine o kadar hayranım ki sanki Dağhan karakterini yıllardır tanıyormuşum da acısını acım yapmışım.
 
Dile kolay 11 yıl işlemediğin bir suçtan dolayı hapis yatmak. Geleceği parlak bir doktor, sevdiği kadınla hayat kuracak bir adam ve sıcacık bir ailenin oğluyken kendini küçücük bir odada tek başına bulmak. Ne kadar acı. İnsan bu kadar zaman kendiyle baş başa kaldığından bu suçu işleyip işlemediğine dair şüphe bile duymaya başlar. O nasıl bir psikolojidir acaba, kendini savunmak için gelen genç bir avukata “Ben öldürdüm!” diye bağırmak. Artık hiçbir şekilde gökyüzünü görmeyeceğini kabullenmek ve ardından sanki mucize gibi bir anda bulunan kanıtla yeniden özgür olma düşüncesi. Engin Akyürek günümüzde geçen kısacık anlarda bunların hepsini bana hissettirmişti. Ne acı değil mi? Aslında geçtiği bir yolda, çekilen bir kamera görüntüsüyle özgürlüğün gelmesi. İyi bir avukatın, onu dinleseydi 11 yıl önce çok rahatlıkla bulabileceği bir delildi oysa ki...
 
Ancak zaman geçmişti. En masum kedi bile 11 yılda kaplana dönüşebilirdi. Dağhan da içinde biriken kinle kaplanların en vahşisine dönüştüğünü bölümün son sahnesinde belli etmişti. İntikam hissi onun kalbini öyle bir esir almıştı ki; kendini kurtaran o gencecik avukatın üstüne hiç düşünmeden sanki asıl suçlu oymuş gibi yürümüştü. Evet, oydu. Dizi tarihine yine kimliğini saklayan bir kadın karakteri eklenmişti. Son zamanlar anlamadığım bir nedenle izlediğim çoğu dizide kadın karakteri asıl kimliğini saklayan biri olarak lanse ediliyor. Selvi de işte onlardan biri olarak hayatımıza katıldı. Küçük yaşta ağabeyinin zoruyla yaptığı bir şeyin kefaretini ödemek için yıllarca bekleyen ve bu uğurda avukat olan bir kadın olarak hem de...
 
Keşke her vicdan azabı çeken insan Selvi gibi olsa. Geç de olsa işlediği suçun kefaretini ödemek için bir yol arasa bulsa... Böyle insanlar nadir bulunur. Sokaklarda yaşayan ve suç işleyen bir ağabeyin kardeşi olarak çalışıp didinerek başarılı bir avukat olmak, kendini içinde bulunduğu hayattan soyutlayabilmek için bolca direnç gerekir. Görünüşe göre de Selvi’ye bu direnci veren de bir gün mezun olduğunda zamanında yaptığı suçlamayla içeriye attığı adamı dışarı çıkarmak olmuş. Ağabeyi de onun gibi olmasın diye iyi kollamış oldu. Ne güzel...
 
Fahriye Evcen’e bugüne kadar yakıştırdığım tek rol oldu Selvi. O yeni mezun avukatın heyecanı, dava sırasında Dağhan’ı savunma şeklindeki azmi, ardından yaşadığı sevinç yakışmış ona. Engin Akyürek ile Gülcan Arslan’ın dizinin ilk dakikalarında uyumsuzluğu ne kadar gözüme battıysa, hem hapishanedeki görüşme odasında hem de mahkemedeki sarılmalarıyla Engin Akyürek ile Fahriye Evcen arasındaki enerji beni etkisi altına aldı. Güzel bir ikili olacaklarına hiç şüphem yok. İntikam alma hırsıyla yanıp tutuşan Dağhan ile güçlü duruşu ve hırsıyla tipik bir avukat özelliklerini taşıyan Selvi’nin bu uğurda yaşayacaklarını açıkçası merak ediyorum. Selvi’nin asıl kimliğini saklama süreci, aralarındaki güç birliğinin aşka dönüşmesi (Bence Selvi çoktan bu küçük yaşta gördüğü adama aşık olmuş bile, bakışlarından belli.), Dağhan’ın Selvi’nin asıl kimliğini öğrendiği zamanki tepkileri gibi detaylara ek olarak bu yolculuk boyunca başımıza gelecekler de cabası... Hikayenin karşı tarafında Ender ile Beril ise nedense hiç ama hiç ilgimi çekmedi. Olaylara nasıl dahil olacaklar, hikaye ne şekilde evrilecek hep birlikte göreceğiz. Ancak son sahneden anladığım yavaş başlayan Ölene Kadar’ın gaza basarak devam edeceği... İlk bölümün üstündeki ağırlık, intikam hikayesiyle bir anda aksiyona dönecek gibi görünüyor. Yani umut ediyorum... Özellikle de karşısında heyecanı bol Cesur ve Güzel ile Vatanım Sensin olduğunu düşünürsek, bu şekilde aksiyona dönüşmesi şart! Hayatımızdaki yeni intikam hikayesi hayırlı olsun.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER