Ölene Kadar: Adaletin bu mu dünya?

Topal adalet
Cansu Mimaroğlu

Ölene Kadar, bu sezon başlayan işler arasında en merakla beklediğim dizilerdendi. En baştan konusu ilgimi çekti. Salt dramdan ziyade; cinayet, intikam, kumpaslar ve aşk sarmalını izlemek için heveslendim. Üstelik Engin Akyürek de oyunculuğunu izlemeyi sevdiğim aktörlerden.

Hevesle oturduğum ekran başında; merak, gerilim, garipseme, sıkıntı ve yine merak hislerini sırayla yaşadım. Hani gecenin bir yarısı şehirlerarası otobüsle seyahat ederken veya evdeki kanepeye uzanmış kanalları dolaşırken bir filme denk gelirsiniz. Aslında hiç izlediğiniz bir tarz değildir, oyuncularını bile tanımazsınız ama bir şekilde o an takılırsınız. Çok sürükleyici veya ters köşelerle dolu bir film olmamasına rağmen o sessizlik içinde kendini izlettirir.

Yabancı film gibi bir sahneyle açılan dizi, başlangıçta işte tam da bu bahsettiğim gece yarısı filmi hissini verdi. İçinde heyecan verici, sürükleyici bir aksiyon yoktu, daha çok psikolojik gerilim tadındaydı. Normal şartlarda kanalı değiştirirdim ama o heyecan vermeyen fakat bir yandan da geren hali tuhaf bir şekilde aldı beni içine, ince sızı gibi hissedilen gerilimin verdiği hissi ve hazzı sevdim. Cinayetin Dağhan’ın (Engin Akyürek) üzerine yıkılacağını biliyor olmama rağmen, depoya gittiği andan, polisler tarafından yakalanmasına kadar geçen sürede yay gibi gerildim. Ama sonra o yay gerildikçe gerildi, gerildikçe gerildi ve bir noktada sündü.

Selvi’nin (Fahriye Evcen) hocası ona bir öğüt vermiş zamanında. “Adalet topaldır, ağır ağır yürür. Ama er geç gideceği yere varır.” İnanır mısınız o topal adalet, hikayeden daha hızlı yürüdü. Üstelik 11 yıl geç gelmiş olmasına rağmen... Dağhan’a tuzak kuruldu, suçlandı, yargılandı, hapse girdi, yeniden yargılandı, hapisten çıktı ve fakat tüm bunlar çok durağan bir şekilde gelişti. Bu kadar çok şey yaşanmasına rağmen bu kadar temposuz olmasına hem çok şaşırdım, hem de çok üzüldüm. Başlangıçta bana haz dolu bir gerilim veren bu temposuzluk hali, ilerleyen dakikalarda beni yordu ve sıktı açıkçası. Belki 11 yıl öncesine dönüşü bir bütün halde değil de, yer yer verselerdi, bazı detayları ilk yargılama sürecinde flashbacklerle izleseydik daha heyecan verici ve merak uyandırıcı olabilirdi.

Yapımın eminim ki çok başarılı hukuk danışmanları vardır. Zaten çıkış noktası cinayet, hukuk, adalet olan bir hikaye için aksi düşünülemez. O yüzden çok rica ediyorum bir şüpheliyi de polisler tutuklamasın, çıkarsınlar hakimin karşısına, buna o karar versin. Çünkü bu artık çok temel bir kural yani, bu kadar göz göre göre hata yapılmasının ne gereği var? Sonracığıma o yargılamalar da bir duruşma sürmesin mümkünse. Elbette ki hepimizin gönlünden geçen, bu kadar hızlı işleyen bir adalet sistemi. Ancak bilirkişilerden ve Adli Tıp’tan raporların alınması, tanıkların dinlenmesi filan derken birkaç duruşma yapılmış, dolayısıyla bir yargılama “süreci” yaşanmış gibi görseydik durum daha inandırıcı olabilirdi. Bugün sünnet, yarın deniz olunca, insan inceden bir “Yok artık!” diyor.

En başta da dediğim gibi Engin Akyürek’in oyunculuğunu çok beğeniyorum. Ufak bir mimiğiyle, gözünün bir bakışıyla, minimal oynayarak çok şey anlatma becerisini seviyorum. Burada da beni hayal kırıklığına uğratmadı. Usul usul anlattı bize Dağhan’ın içine düştüğü çaresiz durumu, ama son sahneyle de gerektiğinde nasıl da parlayabileceğinin sinyalini verdi. Fahriye Evcen de yıllar içinde kendini geliştiren bir oyuncu ve avukat Selvi olarak beni ilk davasının heyecanına da, aldığı beraat kararının sevincine de, çocukken alet olduğu haksızlığın vicdan azabına da inandırdı.

Tüm temposuzluğuna rağmen yine de yeni bölümü merakla bekliyorum. Genellikle bu tarz dizilerde konu, kişinin suçsuzluğunun ispatlanması için yeni delillerin peşine düşülmesi, kötü adamlarla bu konuda amansız bir mücadeleye girilmesi şeklinde ilerler. Fakat burada daha işin başında Dağhan’ın suçsuzluğu ispatlandı. Dolayısıyla bundan sonrasında neler olacağını kestiremiyorum ve merak ediyorum. Yolu açık, reytingi bol olsun.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER