James Van Der Beek: CBS ilginç bir şey yaptı ve elindeki her şeyi CSI: Cyber’a yatırdı

Ted Danson’ın karakterinin diziye nasıl dahil edileceğinden biraz bahseder misiniz? Çok farklı bir geçmişten geliyor. Seyirci olarak bize de biraz daha açıklama yapılabilsin diye sürekli açıklamaya ihtiyaç duyan bir karakter mi olacak?
Evet. Takımımızın bir parçası olacak. Kimsenin patronu değil, takımın bir parçası… Kendine has tuhaflığı ve merakıyla gelecek. Elbette ki o çok zeki bir karakter. Bir kurcalayıcı. Bağlantı kurabilen her şey çok ilgisini çekiyor. İster bir kahve makinesi olsun, ister Bluetooth yer saptayıcısı olan bir emzik. Tüm bunlara karşı bitmek bilmez bir hayranlığı olan biri o. Evet, bazen soruları soran kişi rolünü üstlenecek, seyircinin de tüm bu teknoloji hakkında biraz daha bilgi edinmesini sağlayacak.
 
Bu belki de sizden ziyade karakteriniz için bir soru. Az önce iyi ve kötü bilgisayar korsanları hakkında konuştunuz. Dışarıda tüm kötülükleri açığa çıkartmaya çalışan ve dünyayı değiştirmeye çalışan insanlar var, onları motive eden de bu. Peki yaramazlık yapan ve işleri bozmak isteyen sıradan insanların kim olduğu hakkında, belki de bu rol için araştırma yaparken edindiğiniz bir görüşünüz var mı? Kim oldukları, amaçlarının ne olduğu, herkesin başına bela olarak ne başarmak istedikleri hakkında?
Patricia’nın karakterinin en ilginç yanı da bu. Siber-psikoloji alanında herkesin birbirinden farklı olması… Herkesin farklı motivasyonları, farklı geçmişleri ve farklı hedefleri var. 2. sezonda korsanı eski usul CSI hikayeciliğinde olduğu gibi bölüm boyunca saklı tutmak yerine daha çok onun zihin yapısına dalacağız. Ve onların bu işi yapmasına sebep olan etkenleri daha fazla göreceğiz. İntikam mı? Yetersizlik hissi mi? Herkes farklıdır. Bu yüzden 2. sezonda daha çok işleyeceğimiz konulardan birinin onları gerçekten görmek ve nereden geldiklerini, motivasyonlarını anlamak olacağını düşünüyorum.
 
Acaba bunca teknolojiden, akıllı telefonlardan ve sosyal medyadan önceki dönemler için nostaljik duygular besliyor musunuz? Bugün Joey ve Dawson Tinder’da tanışır; birbirleriyle Twitter, Snapchat ya da Instagram üzerinden iletişim kurarlardı.
Nostaljik duygular besliyor muyum bilmiyorum. Internet jenerasyonunun içinden geçen ve onsuz büyüyen, bir anda onunla yüzleşmek zorunda kalan bu odadaki birçok kişi gibi teknolojinin insanlarla günlük etkileşimlerimi nasıl etkilediği üzerinde duruyorum. O yüzden bazı dönemlerde bilerek telefonumu kapatıyorum. Ne zaman teknolojiye gereğinden fazla sırtımı dayadığımı fark edebiliyorum. İnsan ilişkilerini korumanın önemli olduğunu düşünüyorum. İlişkileri mümkün olduğunca gerçek dünyada tutmak ve teknolojiyi gerçek dünyada olanları daha iyi bir noktaya çekmek için kullanmak önemli.
 
Bu benim genel yaklaşımım. Ama aynı zamanda, eğer kendime izin verirsem, Instagram’da gereğinden fazla vakit geçiriyorum. Bence bu insanın doğasında var. Bence, bir toplum olarak, asıl zorluk teknolojiyi nasıl kullanacağımızda ve onu nasıl zengin, tatmin edici bir hayat yaşayabilecek kadar kontrol altında tutacağımızda yatıyor.
 
CSI: Cyber yayındaki tek CSI dizisi olacak. Ve bu sezon geçen yılki gibi 13 bölüm değil, 22 bölüm çekeceksiniz, değil mi?
Evet.
 
Eğer böyle devam ederse dizi uzun bir süre yayında kalabilir. Buna hazır mısınız?
Sezon başlamadan bir gün önce hem heyecanlı hem de epey stresliydim. 22 bölüm dizi çekmeyeli epey zaman olmuştu. Bunun bir maraton olduğunu hatırlıyorum. Çok uzun bir yol. Bu alanda, gerçi her alan için geçerli, iş bulabildiğim için çok şanslıyım. 22 bölüm artık çkn ender rastlanan bir şey. Kesinlikle minnet duymam gereken bir durum. Ama biraz korktuğum doğru. Tıpkı bir hız treninde yokuşu çıkarken, tepeyi geçip hızlanmak üzereyken hissettiğiniz şey gibi…
 
Evet, biraz daha yaşlı ve biraz daha akıllıyım artık. Birkaç yöntemim var, o yüzden genç rol arkadaşlarıma sezonu sağ salim tamamlayabilmeleri için tavsiyelerde de bulunuyorum.
 
Dizide yapmanız istenen en korkutucu şey neydi? Dizide sürekli suya atlıyormuşsunuz gibi duruyor…
En korkutucu şey… En korktuğum şey bir dublör yerine başka bir oyuncuyla kavga sahnesi çekmekti. Çünkü dublörler kendilerini nasıl kontrol etmeleri gerektiğini biliyor. Biz oyuncular olarak biraz fazla duygusalız, zaten bize bunun için para veriyorlar. O yüzden gerçek bir oyuncuyla kavga sahnesi çekmek beni çok korkutuyor. Dublörlerle dövüş çalışmayı çok seviyorum. O yüzden onların deneyim seviyelerini ve ne kadar nokta atışı yaptıklarını biliyorum. Gerçekten harikalar. Ama en korku verici şey bir oyuncuyla kavga sahnesi çekmek üzereyken ona baktığınızda gözlerindeki deliliği görmeniz ve az önceki provada öğrendiğiniz şeylerin hiçbirini uygulamayacağını anlamanızdır. Benim vücut kontrolümde olan her şeyde, bir şeyin üstünden atlamak, suya dalmak ya da suyun altında nefesi tutmak da dahil, en azından ipler benim elimde. Öyle sahneler için de korku yaşıyorum ama kendimi sağlam tutabilmek için büyük çaba sarf ediyorum.
 
Hiç birinin canını yaktınız mı, ya da biri sizin canınızı yaktı mı?
Bir başka oyuncunun canını asla yakmamaya gerçekten çok dikkat ederim, delicesine. Bu benim için çok büyük bir önceliktir. Planın mahvolmasını ve her şeyi tekrar yapmayı, birinin benimle sete gelip yaptığım bir şey yüzünden yaralanmasına tercih ederim. Bu konuda gerçekten çok hassasım. O yüzden de sicilim şu ana kadar tertemiz.
 
Diğer oyuncu onu alıp duvara yapıştırmama izin verse bile onun sözünü asla dinleme. Geçen yıl çok çılgınca bir sahne vardı, bir bebeği kurtarmak zorundaydım. Önce sudan çıktığım planı çektik. Sudan belimde silahla çıktım. Ondan sonra da suyun altında bebeği kurtaracağım sahneyi çekmeye başladık. Silahımla camı kırmam gerektiği söylendi. “Ah, hayır,” diye düşündüm. Silahımı kınından çıkarmam, camı kırmam ve sonra onu yerine koymam gerekiyordu. Bütün bunları suyun altında yapacaktım; ki bu kulağa geldiğinden çok daha zor bir şey. Sonra bıçağımı çıkaracak, içeri girip emniyet kemerini kesecek ve bebeği alacaktım. İlk denemede bebeği alamadan yukarı çıktığımı itiraf etmeliyim. Neyse ki ikinci deneme şansım vardı ve iyi ki sahte bir bebek kullanıyorduk.
 
Az önce bu konudan biraz bahsettiniz. Funny or Die ile yaptığınız işlerde, size karşı olan algıyla dalga geçerek mizahi yanınızın ne kadar güçlü olduğunu gösterdiniz. Şimdi CSI: Cyber’da yer almanız çok enteresan çünkü Dawson’ın ağladığı kare yayılan ilk “meme”lerden biriydi. (Dawson’s Creek dizisinde Van der Beek’in canlandırdığı karakterin ekşimiş yüzüyle ağladığı kareyi kastediyor) Tüm evren yeni yeni oluşurken o furya başladığında bu sizi hiç endişelendirdi mi? Bir aktör olarak sadece o şekilde anılacağınızdan korktunuz mu?
Hayır, ben onun çok komik olduğunu düşünmüştüm. O tam benim mizah anlayışıma uygun bir şeydi. Tam sevdiğim türden bir şakaydı ve ilk çıktığında çok komik olduğunu düşündüm. Bence herkesten çok benim için komikti çünkü o anın gerçekten ne kadar samimi olduğunu ben biliyordum. O yüzden o karenin internet sohbet odalarında dalga konusu olarak kullanılması beni çok güldürdü.
 
Bence elinizden geldiğince ilerlemeye, kendinizi yeniden keşfetmeye ve yenilikler yapmaya devam ediyorsunuz. Çantanıza yeni numaralar çıkarmaya ve köşeden bakıp sırada ne olduğunu görmeye çabalayıp duruyorsunuz. Demek istediğim, komedi yapmak harikaydı ama o işleri yaparken tek düşündüğüm şey “Şimdi ne olacak?” sorusuydu. İşte o zaman dövüş eğitimi gibi şeylere başladım. Daha sonra diziler iptal edilince bahsettiğim çantaya düşündüğümden daha da erken bakmam gerekti. Neyse ki hazırlıklıydım. Evet, o yüzden ayaklarınızın üstünde durmalı ve sürekli hareket halinde olmalısınız. Teknoloji çağında ancak böyle hayatta kalabileceğinizi bilmenizi isterim.
 
Telefonunuzu kısa bir süre bile olsa kapatabildiğiniz için sizi çok kıskanıyorum.
Ah, üç çocuk sahibi olmanın da bunda etkisi var elbet.
 
Teknoloji ve hayat arasındaki dengeyi bulmuş gözüküyorsunuz. Bunun sebebi bir aile reisi olmanız mı?
Eşim ve ben çocuklarla birlikte seyahat etmekten hoşlanıyoruz. Bu seyahatlerde sadece ikimiz oluyoruz, yanımızda bakıcı olmuyor. El sayınızdan daha fazla çocuğunuz olduğunda telefonunuza bakmak çok zorlaşıyor. O yüzden bu durumla başa çıkabilmenin tek yolu telefonları kapamak.
 
Hatta bir keresinde eşim telefonunu kaybetti. O yüzden yanımızda sadece benim telefonum vardı, onu da yalnızca kamera olarak kullandık. Bu seyahatlerden dönüp günlük yaşamımın aksine ne kadar mutlu olduğumu ve ne kadar anı yaşayabildiğimi fark etmek beni çok etkiledi. Eğer daha mutlu olmak istiyorsam o noktaya ulaşmak için bunun iyi bir yöntem olduğu sonucuna vardım. Yani tüm bunlar benim için sebep sonuç ilişkisi çerçevesinde gerçekleşti.
 
Çocuklarınızla hangi teknolojik aktiviteleri yapmaktan hoşlanıyorsunuz, bizimle paylaşabilir misiniz? Bilgisayar oynuyor musunuz mesela? Teknolojinin dışında çocuklarınızla neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz? Uçurtma uçurtmak gibi bir şeyden bahsediyorum.
Tüm Pixar filmlerinin bir tık uzağımda olması harika bir şey, özellikle de yemek hazırlama vakti geldiğinde. Teknolojinin dışındaki şeylere gelince… Mümkün olduğunca çok şey yapmaya çalışıyoruz. Çok küçükler, o yüzden evde bir sürü Montessori oyuncağı (okul öncesi çocukların zeka gelişimini kuvvetlendiren ahşap oyuncaklar) var. Yürüyüş yapmaya, havuza girmeye, parka gitmeye, Oyun parkında oynamaya, etrafı keşfetmeye, onları dışarı çıkarmaya, koşmalarına izin vermeye ve başka şeylere istek duymalarını sağlamaya bayılıyoruz.




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER